Kristal taşlar günümüzde popüler olan konulardan birisi. Kimimiz sadece süs eşyası ya da takı olarak kullanırken, kimimiz de ‘her şeyin taşıdığı bir enerji vardır’ prensibiyle, tamamlayıcı tıp alanından faydalanmayı tercih ediyoruz. Görüşler çeşitli, biz de konuyu uzmanına soralım istedik. Türkiye’nin sayılı litoterapi uzmanlarından olan Baki Cihangiroğlu’nun kapısını çaldık. Litoterapinin ne olduğunu, bilimin konuyu nasıl desteklediğini ve kristallerin kullanım alanlarını sorduk.
Efendim, sizi tanıyarak başlayalım. Türkiye’nin sayılı litoterapi uzmanlarındansınız. Taşlara ilginiz ne zaman başladı? Bu alana nasıl ilgi duydunuz?
Aşağı yukarı yirmi yıldır doğal taşlarla uğraşıyorum. Konuyla ilgili daha önce hiçbir akademik eğitimim olmadı. Lisans eğitimimi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kamu yönetimi üzerine yaptım; daha sonra da ekonomi alanında master yaptım. Uluslararası İlişkiler üzerine doktora çalışması yaparken, taşların peşindeki sevdam sebebiyle doktorayı yarıda bıraktım. Kristallerlerle ilgili yirmi yıldır hem koleksiyon hem de profesyonel anlamda iş olarak uğraşıyorum. Kristallerin enerjetik etkilerini ve şifâ amacıyla kullanımlarını keşfettikten sonra bu konu üzerine yoğunlaştım.
Litoterapi nedir?
“Litos” Latince taş demektir. “Litosfer” dünyanın katmanında yer alan ve kendine özgü bir kristalleşme süreci olan, kendine has moleküler yapısı olan bazı taşların (bütün taşlar değil), şifâ amacıyla kullanımını anlatan bir kavram. “Lito” kelimesinin bizdeki karşılığı cevherdir. Cevher de direkt olarak taş demek değildir, bunun için Arapça kökenli “Hacer” kelimesi kullanılır. Cevher, hacerin özel bir kısmıdır. O nedenle de her taştan mücevher olmaz; cevherden mücevher yapılır. Bunun karşılığı da kristaldir. Bu sebeple taş terapi değil, kristal terapi demek daha isabetli olacaktır.
Bilim, litoterapiye nasıl bakar? Bilimin bunu kullandığı alanlar var mıdır?
Modern tıp, geleneksel yöntemlerin yeni bir metotla sunulmuş halidir; kendini revize eder. Bitkiler, kaplıcalar, nasıl ki tarihsel süreçte kullanıldıysa, kristallerle terapi de kadîm bir uygulamadır. Bilim tarihinde, Dioscorides gibi farmakolojinin babası, İbn-i Sînâ gibi tıbbın babası olup tıp tarihine yön vermiş önemli şahsiyetlerin eserlerinde görebiliyoruz. Eber Papirüsleri, modern tıbbın tarihine kaynak oluşturur, bu papirüslerde de kristallerle terapiyi görürsünüz. Beş bin yıllık Çin tıbbında da öyle… Kaldı ki günümüz ilaç sanayinde kullanılan ilaçların %86’sında yine sözünü ettiğimiz bu mineralleri görürsünüz.
Dünyanın oluşumuna baktığımızda insandan daha evvel taşları dünya sahnesinde görüyoruz. Aynı zamanda insanın yapı taşında mâdene dâir demir, bakır, çinko… gibi özellikler var. Kutsal kitaplarda ve hadîs-i şeriflerde geçtiğini görüyoruz. İnsanlar taşlardaki şifâyı nasıl keşfetmişlerdir?
İnsanlar tarih boyunca doğayla baş başa oldukları için taşları kullanarak öğrendiler. Biz şehir hayatında olduğumuz için bunu unuttuk; bu ancak baş başa kalınarak öğrenilebilir. Doğadaki insan bunu bilir; deneyerek ve aktarılarak öğrenilir.
Kur’an’da Hızır ile Mûsâ kıssasında geçen bir kurutulmuş balık olayı vardır. Buluşma yerinde olan zâhid genç, ki hz. Yûşâ olduğu söylenir, kurutulmuş balığı bir taşın üzerinde bırakır, balık canlanır ve suya atlar. Acaba o nasıl bir kayaydı? Nasıl bir yaşamsal enerji oldu ki bu olay zuhûra geldi? Ya da Süleyman Peygamber Belkıs’ı huzuruna getirttiğinde kristalden bir saray yaptırdığı ve Belkıs’ın burada yürürken su var zannedip eteklerini topladığı anlatılır. Halbûki bu kristalin şeffaflığındandır, ışığa verdiği yansımalardandır. Kur’an’da cennete taş tasvirlerine yer verilir. Cennette bizim altın, gümüş ve değerli taşa ihtiyacımız olmayacağına göre buradaki nasıl bir enerji olduğu önemlidir. Taşların enerjisine ve kullanımına gelince, günümüz fizik bilimi bunu açıklıyor. Radar, sonar, cep telefonu… gibi teknolojik aletlerde silisyum teknolojisine ihtiyaç vardır. Bunun doğadaki kaynağına baktığımızda da kuartz kristalini görüyoruz.
Kuartzın özelliği nedir?
Kuartzın titreşimsel frekansı yüksektir. Fiziksel tabirle osilasyon diyebiliriz. Dört milyar yıldır çok mükemmel bir şekilde kristalleşmiştir. Bu özelliğinden dolayı ortamdaki enerjiyi dengeleme özelliğine sahiptir; yani negatif enerjiyi pozitife çevirebilir.
Taşı kullanırken ham ya da işlenmiş olmasının bir farkı var mı? Sonradan taşa verilen şekiller taşın enerjisini etkiler mi?
Kristallerin her zaman doğal haliyle kullanımını teşvik ederiz. Ancak pratik olarak yanımızda taşımamız kolay olmayacağı için şekil verilir. Her bir şeklin enerjetik olarak etkisi değişir. Burada işlenmiş taş ve taşı işlemek de farklı şeylerdir. Kimyasal reaksiyona sokarak (ısı gibi), taşın yapısını değiştirirsiniz, bu şifâ alanı da bozulur. Mistik topaz, tera hertz, aura angel gibi taşlar buna örnektir. Taşı işlemek ise taşın yapısını değiştirmez; dolayısıyla şifâ vermeye devam eder. Şekiller ise çok uzun bir konu, eğitimde anlatıyoruz, ancak piramit formu üzerinde anlatayım. Piramitlerin bölgesel enerji alanlarından bahsedilir. Yaşamsal enerjiyi yoğun bir şekilde muhafaza ettiğine dâir bilgiler var. Kristallerde ise bu form, taşın enerjisini aktive eder, taşın dört yüzeyinden de eşit enerji yayılmasını sağlar. Taşın enerjisi ne ise, onu arttırır.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde; “İnci de nasıl kullanılmak için önce havanda ezilir ve bu eziliş esnâsında çok eziyet çeker, ancak daha sonra bu eziyet onu güzellerin daha nurlu görmelerini sağlamak için onların gözlerine sürme yapar yahut bal ile karıştırılır ve kalbe şifâ olur” diyerek tarifler verir. Tabii ki mânevî olarak derin anlamlar barındırıyor, ancak maddî açıdan bakıldığında şifâ olacak tarifler de görüyoruz. Bu ve bunun gibi tarifler kadîm kitaplarda yer alıyordur. Sizin bu konuda araştırmalarınız, çalışmalarınız var mı? Varsa, bu bilgileri toplayıp bir kitap yapmayı düşünüyor musunuz?
Tabii ki var; ancak biraz uzadı. Başta değindiğim kaynaklardan başka, bizim coğrafyamızda da İbn Sînâ’dan Zekeriyâ Râzî’den örnekler verilebilir. Muhittin İbnü’l Arabî’nin eserlerinde de atıflara rastlarsınız. Ancak on ikinci yüzyıldan itibaren yazılan Cevhernâme adlı eserlerde kristallerle bol miktarda atıf görebilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet’in babası Sultan Murad’a sunulmuş olan Tuhfe-i Murâdî çok önemli bir yere sahiptir. Bunlar yazma eserlerdir ve ne yazık ki bunların kopyaları Viyana’da kraliyet müzelerinde, Louvre Müzesi’nde, Almanya’da müzelerde olduğunu biliyoruz ve bu bilgilerin kullanıldığını da özellikle söylemek istiyorum. Kristallerin zamanla hak ettiği yere geleceğine inanıyorum. Hedef, insanlığın ruh ve madde boyutunda daha sağlıklı, daha huzurlu yaşaması. Kristallerin, bitkilerin, mağara tedavisinin, tuz odalarının hak ettiği yere geleceğine inanıyorum.
Değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.