Yol ve Yolcu

Feyzanur Varol
3 dakika
-+=

Bütün servetimi kırmızıya koydum. O anda herkesin göz bebekleri büyüdü. Yine de hiçbir pişmanlık hissetmedim. Ablamın yutkunduğunu ve uzaklara baktığını görüyordum. Bana doğru yaklaşıp: Genç bir kadının tek başına bir evde yaşaması tuhaf karşılanır, dedi. Saçlarını arkadan bağlamış, siyah ceketinin altına saklanmış, mor torbasıyla öylece karşımda duruyordu. Bununla beraber olan olmuştu. Uzun soluklu bir bekleyiş sırasında içimden söyleniyordum. “Lütfen kırmızı, lütfen kırmızı..!”

Bünyamin Beyefendi, bana bir kahve pişirmişti. Uzattığı fincanı alırken: Solgun görünüyorsun evlat, neyin var? diye sordu. Bünyamin Beyefendi için hizmet meselesi oldukça mühimdi. Bazen huysuz bir ihtiyara dönüşüyordu. Mesaisi bittikten sonra sade ve şık giyimiyle büyülerdi beni. Bünyamin Beyefendi, bütün akrabaları içinde bir tek torununu severdi. Şımarık ve alaycı kızını on beş sene sonra tekrar karşısında görünce tanıyamamış, hatta nasıl konuşacağını şaşırmıştı. Kızının yuvası yıkıldığı için ona sığınmıştı. Bereket versin!

Hakikat açıklanmak üzereydi. Birdenbire eski ve solgun masaya bir zarf koydular. Konuşmacı heyecan verici sözleriyle yavaş yavaş zarfı açtı. “SİYAH!” dedi. Kaşlarım çatıldı, put kesildim. Siyahlık bütün ömrümü sarmıştı. Bu kadar serveti, boş bir binada kibrit kutusunda saklasaydım daha iyiydi.

Çantamı toparladım, kabanımı giymedim. Biraz üşümek kendime getirebilirdi. Yeni hayatım için adımlarımı attım ve oradan ayrıldım.

İşte, az ilerde. Cehennemden gelen adama bakın! Karısı öldükten sonra bu hallere düşmüştü zavallı. Gri paltosu, beyaz gömleği ve tuhaf şapkasıyla karşımıza dikiliyordu. Donuk suratı daima bir taraflara bakardı. Oğlu tatil günlerinde evine geri döner, ama odasından hiç çıkmazdı. Cehennemden gelen adam, eskiden oğluyla parka gidiyor, oğlu salıncakta sallanırken telefonunu bir aşağı bir yukarı kaydırıyordu. Sanki onu uzun bir süre saklamışlar ve bu kara gün için hazırlamışlardı.

Yolda yürürken aniden arkamda belirir, büyük bir sarsıntıyla yanımdan geçip giderdi. Ben binanın köşesinde nefes nefese kalmış, yüzü kıpkırmızı olmuş ve gizli gizli fare gibi yürüyerek kapının eşiğine sokulurdum. Ancak bunların hepsi telafi edilebilir. O adamın bir ismi vardı. Cehennemden geldiğini unutup yanına gitmeye karar verdim.

Az sonra alnımın terlediğini hissettim. Ona doğru yaklaşan adımlarım beni sıcaktan mahvediyordu. Bir anda her yer çöle dönmüştü. Duvarlardan silinmiş afişler, resimler, yazılar,

devrilmiş binalar, arada bir yanımdan geçen araçlar bir anda yok olmuştu. İyice yaklaştım ona, terlerim koca damlalar şeklinde yüzümde belirdi. Oracıkta bayılmama engel olan şey yabancının kim olduğunu önceden hissetmiş olmamdı. Konuşmak için derin bir nefes aldım. Cümleler kafamın içinde boncuklar gibi dizildi.

-Beyefendi! Beyefendi! Beyefendi umarım sizinle… -Hayır, lütfen hiçbir şey ummayın.

Bir süre karşısında öylece durabildim.

Arabaya bindim. Arabayı uçsuz bucaksız bir çölün ortasında durdurdum. Cehennemden gelen adamı ümitsiz bir vaka olarak gördüğüm için utancımın altında ezildim. Gergindim, bu yüzden gözlerimdeki yaşları saklamak için art arda kahkahalar atmaya başladım. Aklıma komik bulduğum şeyleri getirmeye çalıştım.

Düşündükçe, karanlık kara kara çöküyordu. Sabah yaklaşıyordu.

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam