Ardıç Kuşu: Aşk Budur!

Rabia Yıldırım
2 dakika
-+=

Gökyüzü her zaman bu kadar mavi miydi? Kuşlar şarkı söyleyebiliyor muydu? Ağaçlar gerçekten yeşilin bütün tonlarını bünyesinde barındırır mıydı? Güneş yüzüne güler miydi insanın ya da rüzgâr saçlarını okşayabilir miydi? Ciğerlerim her zaman mı bayram ediyordu bir havanın dokunuşuyla, nefes almak bu kadar mı güzeldi? Ellerim dokunabildiği için hep mi sevinç duyuyordu? Gözlerim görebilmenin zevkini ilk defa mı tadıyordu? 

Ayaklarım uçarcasına çırpınıyor, adımlarımın hızına yetişemiyorum bu kadar heyecanla nereye koşuyor kimden emir alıyor? Kalbimin tam ortasında tomurcuklarıyla boy vermiş bir fidan var, ama susuzluktan çatlamış. Cihanın yedi rengini bünyesinde toplamış bu fidan, bedenimde ve zihnimde hükümranlığını ilan etmiş. Alabildiğine büyümek, kalbimin odalarına serpilmek, dört yanını çepeçevre sarabilmek için beni onun kapısına doğru sürüklüyor…

Aliye, aşkın bütün hücrelerini bir sarmaşık misali sarmaya başladığını bu sözlerle terennüm ediyordu. Gerçekten de Aşk, girdiği vücut şehrini istila eden, o şehri görünmeyecek hale getirene kadar kuşatan ve sonra kendisiyle var eden bir sarmaşıktı. Aşkı tarif etmek için öteden beri nice erenler, nice temiz ruhlar canla başla bir cenge girmiştir. 

Süleyman Çelebi kaleminden dökülen aşk, bir “Merhaba” ile başlamış, ebediyete dek “Elvedası” olmayan bir “Merhaba” ile devam etmiştir. 

Şeyh Galib, aşkı “Kilkî Kazâ” olarak tarif etmiş, dünya döndükçe “O” kalemin yazdığı kadere sadık kalacağına, yeri ve göğü şahit etmişti. 

Fuzûli’nin dilinde aşk, ciğere saplanan bir oktu; öyle ki; O oku çıkarmaktansa ciğerini feda etmeyi yeğliyordu. 

Attar’ın gönlünü kanlarla dolduran, her zerreye O’nun ile bakmasını sağlayan yine aşktı. Yûnus, “İşitin Ey Yârenler” diyerek, aşkın hürmetini, devletini, cüretini ve kuvvetini âleme haykırmıştı. 

Hallâcı Mansur, aşkı kanının son damlasıyla toprağa yazarak cihana ifşa etmiş, son nefesini aşk ile vermişti. 

Mevlâna, tepeden tırnağa aşk kesilmiş, bütün dünya bilerek veya bilmeyerek “O” aşkın etrafını tavaf etmişti. 

Aşk, Şems’in duası idi; Şems, aşkın duası idi…

Aşk, ezel âleminde sevgilinin parmağımıza taktığı ve bu dünyaya gelir gelmez kaybettiğimiz bir yüzüktü. O yüzüğün yokluğunu fark etmeksizin sağa sola savrulduğumuz aşksız günlerin sonunda, yine kendisinin o yüzüğü parmağımıza geçirdiği bir “An” idi. Aşk Aliye’nin sevgiliyle göz göze geldiği an, dünyasını değiştiren yakıcı bir nazardı, o nazarın surette karşılığı “Merhaba”ydı. Aşk, onu yeniden doğmuşçasına hayat-ı hakikiye kavuşturan kader-i mutlaktı. Aşk Kerim olanın gölgesine sığınıp serinlemek değil, aslen için için erimek yok olmaktı. Aşk şimdi bütün kuvvetiyle Aliye’yi eşiğinde durduğu kapıya sürükleyen esrardı… 

Aşk o kapıya rapt olmuş halkaydı… 

Aşk her şeydi, her şey aşktı…

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam