İnsan kavuşmak denen rüzgâr esecek diye, bir pencerenin önünde kırk yıl beklermiş. İşte böyle bir aşka şahit olmuş güzel Amasya. Çocukluğumdan beri duyduğum ama hikâyesini bilmediğim Ferhat ile Şirin ve destansı hayatlarına ev sahipliği yapmış bir güzel şehir bu yazının konusu.
Aşk hikâyesine geçmeden Kurtuluş Savaşı sırasında ön plana çıkan bu şehirden bahsetmek isterim. Samsun’da başlayan Millî Mücâdele’nin ilk adımı, Mustafa Kemal’in Amasya’ya gelmesiyle devam etmiştir. Kurtuluş mücâdelesinin planları hazırlanmış, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanmasına burada karar verilmiş, 22 Haziran 1919’da yayınlanan Amasya Tâmimi ile “Milletin İstiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağı” bu şehirde ilân edilmiştir. Bu kararların alındığı konak bugün müze olarak ziyâret edilmektedir.
Yolunuz düşerse, Amasya Müzesi’nin mumyalar bölümünü ve Hitit tanrı heykeli Teşup’u görmelisiniz. Kendine özgü bir mimarî geleneğe sahip olan Yalıboyu evleri özellikle gece görülmeli. Helenistik Dönem’de şehri başkent olarak kullanan Pontus krallarına ait Kral Kaya mezarları oldukça dikkat çekici. II. Bayezid külliyesi, akıl hastalarının müzik ve su sesi ile iyileştirildiği, klasik Selçuklu yapılarının tüm özelliklerini taşıyan ve girişin kilit taşında bağdaş kurmuş bir insan figürünün işlenmiş olduğu Bîmarhâne’yi gezmeden ve tabii mis kokulu Amasya misket elmasını yemeden dönmeyin lütfen.
Hikâyemize gelince; Ferhat, saraylara, konaklara süslemeler yapan meşhur bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu’nun kız kardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin’i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Gizli gizli buluşmaya başlarlar. Ferhat, Sultan’a haber yollayarak Şirin’i istetir fakat sultan kız kardeşini vermek istemez. Rivâyete göre, Sultan da Ferhat’a sevdalanır. Onu oyalamak için Elma Dağı’nı delip, Amasya şehrine temiz su getirmesini şart koşar. Ferhat öyle sevdalıdır ki dağları delmeye başlar. Mehmene Banu dağı delip, suyu tamamlamak üzere olduğunu görünce telaşlanır, Ferhat’ın yanına yaşlı dadısını göndererek Şirin’in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat bu acı ile elinde tuttuğu külüngü havaya atar, düşen külünk Ferhat’ın başına isâbet eder ve ölür. Mevzubahis heykeller, Şirin’in öldüğü haberini alan Ferhat’ın külüngü havaya atma ânını betimler. Acı haberi alan Şirin, heyecan ile olayın geçtiği kayalığa gelir. Ferhat’ın ölümüne dayanamaz ve kayalıklardan atlar. İki sevgiliyi can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.
Derler ki; her bahar bu iki mezar üzerinde, biri kırmızı biri beyaz iki gül bitermiş. Bu iki gül tam birbirine kavuşmak üzere iken mezarların ortasından bir karaçalı çıkar, iki gülün kavuşmalarını engellermiş.
Malumunuz, Âşık Veysel’e sorarlar: “Sizce aşk nedir?” Veysel gülümser ve şöyle der: “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur.” Ana fikir aşk ise, Cemal Safi ile bitirelim.
Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim!
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim.
Bülbül benim lisanımla ötüştü,
Bir gül için can evinden tutuştu,
Yüreğine Toroslar’dan çığ düştü,
Yangınımı söndürmedi kar benim.
Niceler sultandı, kraldı, şahtı;
Benimle değişti tâlihi, bahtı;
Yerle bir eyledim tâç ile tahtı;
Akıl almaz hünerlerim var benim.
Kâmil iken cahil ettim âlimi,
Vahşi iken yahşi ettim zâlimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim’i,
Her oyunu bozan gizli zor benim.
Yeryüzünde ben ürettim veremi;
Lokman Hekim bulamadı çâremi;
Aslı için kül eyledim Kerem’i;
İbrahim’in atıldığı kor benim.
Sebep bâzı Leylâ, bâzı Şirin’di;
Hatırım için yüce dağlar delindi;
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi;
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim.
İlâhimle Mevlâna’yı döndürdüm,
Yunus’umla öfkeleri dindirdim,
Günâhımla çok ocaklar söndürdüm,
Mevlâ’danım; hayır benim, şer benim.
Benim için yaratıldı Muhammed,
Benim için yağdırıldı o rahmet,
Evliyânın sözündeki muhabbet,
Enbiyânın yüzündeki nur benim.
Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da,
Görünmezim cismim de yok, resmim de,
Dil üzmezim, tek hece var ismimde,
Barınağım gönül denen yer benim.
Benim adım aşk!