Ekrem Hakkı-İlhan Ayverdi’ler 1982 yılı Heybeliada’da Tanmanların köşkünü kiralar ve yazı orada geçirir. Çocuklarıyla birlikte beş kişilik İnci-Agah Oktay Güner ailesi bir ay süreyle bu köşkte onların misafiri olur. İnci Hanım şöyle anlatır:
Bazı günler yemekten sonra çevreye dolaşmaya gidilir. Ekrem Bey bu tür gezileri severdi. Faytona binilir, İsmail’in Yeri diye bir çay bahçesine gidilirdi. Ekrem Bey arabacıya tenbih eder, kat’iyen atına kamçı vurdurmaz. Onun için at daha rahvan gider. Ekrem Bey arabacıya bu sebeple doğacak gecikmenin karşılığını vereceğini, sakın ata kamçı vurmamasını söyler. Varınca faytoncuya ücretini öder, atın başını okşar, gözlerinden öper. “Bu da atın yem parası” diyerek ayrıca bir para verir.
Kimdi bu Ekrem Hakkı Ayverdi? Uzun yıllar müteahhitlik yapmış bu mimar-mühendis (1899-1984), daha sonra kazancını ve ömrünü Türk-Osmanlı Mimmarisi araştırmalarına verdi ve cilt cilt kitaplar çıkardı. Kardeşi Samiha Ayverdi (1905-1993) onun hakkında şöyle der:
“Ekrem Hakkı Ayverdi bağlandığı kapısına muhabbet ve sadâkatle sarılmış bir derviş kişi idi. Bu sâyede de bütün yaradılmışlara karşı sevgi dolu, himâyekâr ve dost idi. Zîrâ ikrar verdiği merkezin dünyâ görüşü bu idi. O, bir nefis terbiye ve tezkiyesinden geçmişti.”
Onun hayvanlara şefkati buradan geliyordu. Zira bağlı olduğu rehberi Ken’an Rifai Büyükaksoy (1867-1950) şöyle diyen biridir, yakınları anlatır: “Bir gün arabacı, içinde bulunduğumuz arabanın atını kamçılıyordu. ‘Vurma oğlum vurma’ dedi ve bize dönerek, ‘Bu ıztdırabı kendi vücudumda duyuyorum’ diye ilave etti.”
*
Hayvanlara şefkat ve merhamet doğuştan gelen bir özellikse de bunun bir ahlak ve yaşama üslubu haline gelmesinde manevi eğitimin rolü büyüktür. Yukarıda anılan şahıslar bu eğitim çarkından geçmiş insanlardır. Geriye doğru gidersek onların da rehberleri vardır. Bunlardan biri de Ahmed er-Rifai (v. 1182) olup, şefkat ve merhamet konusundaki önemli örneklerden biridir. Şöyle ki:
Yaşadığı yerde bir uyuz köpek vardı, derisi soyulmuş, gözleri kör olmuş idi. Köydekiler iğrendikleri için onu köyün dışına çıkardılar. Hz. Pîr bunu haber alınca, köpeğin bulunduğu yere gidip ona yağ ve ilâç sürdü, ekmek verdi, su içirdi, ona yatacağı güzel bir yer yaptı. Köpeğin uyuzu geçinceye kadar ona baktı.
Hz. Pîr cuma günü biraz uykuya dalmıştı. Bir kedi gelip eteğinin üzerine yattı, uyudu. Hz. Pîr uyanıp kedinin yattığını ve namaz vaktinin de geldiğini görünce, eşinden bir makas istedi, makasla eteğin ucunu kesti ve o kısmı kedinin altında bıraktı, bu şekilde câmiye gitti. Namazdan döndüğünde kedi uyanmıştı, eteğin kesilen parçasını yerine dikti. Fakat eşinin bu yaptıklarından hoşlanmadığını görünce: “Hanımcığım sıkılma! Kötü bir şey yapmadım, bu bana bir zorluk vermedi. Aksine iyilikler doğdu.” dedi.
*
Sözünü ettiğim manevi eğitimin asıl kaynağı ise, hepsinin bağlı olduğu Peygamber Efendimizdir. O Peygamber ki “Merhamet edene Allah da merhamet eder; yerdekilere acıyın ki göktekiler de size acısın” buyurur.
Günahkâr bir kadının çok susamış bir köpeğe kuyudan pabucuyla su çıkarıp verdiği için Allah tarafından bağışlandığını; bir kediyi hapsederek açlıktan ve susuzluktan ölmesine yol açan bir kadının da bu yüzden cehennemlik olduğunu bildidir.
Bizdeki atın karşılığı Hz. Peygamber döneminde devedir. O Peygamber, kendisini görünce inleyen bir devenin yanına gidip başını okşadıktan sonra sahibini, “Sana verdiği bu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Hayvan bana, senin onu aç bıraktığından ve çok yorduğundan şikâyet etti” diyerek azarlamıştır. Sağım sırasında koyunların memelerinin incinmemesi ve çizilmemesi için sağıcıların tırnaklarını kesmelerini istemişti.
*
Aynı manevi eğitimin kol başlarından olan Samiha Ayverdi’nin eserlerinde bu konuda ilgi çekici gözlemler bulunur. Birkaçı şöyle:
Fevkalâde soğuk bir kış günü, nasıl şiddetli bir yağmur yağıyor. Karakolun önüne kadar bir at arabası zor geldi. Bir beyaz at, tek at. Ve arabacı orada atı çözdü, kaldırıma çıkardı bıraktı, çekildi gitti. Biz de pencereden bakıyoruz. Biraz sonra at yattı kaldırımın üstüne. İkinci Dünya Harbinde ne kadar kıtlık, ne kadar yokluk oldu bilmezsiniz, öyle pirinçmiş, bulgurmuş, ekmek vesika ile her şey vesika ile. Bir hanım fırladı çıktı. Elinde bir yorgan, atın üstüne örttü Ve önüne epeyce miktarda bir pirinç döktü. At yattığı yerden o pirinci yemeye başladı. Düşünün; bir yorganı feda ediyor ve belki çoluğuna çocuğuna pişireceği pirinci de ata ikram ediyor. Sâhibi ise sayesinde ekmek yediği hayvanı o yağmurun alnnda hasta hâlinde bırakıyor, çekip gidiyor. Ne olacak diye biz böyle dehşet içinde bakıyoruz. Biraz sonra at başını yere koydu ve öldü.
Yazarımızdan başka bir olay: 1900 başları olmalı, mahallenin su taşıyan merhametsiz bir sakası vardır, cılız eşeğine iyi bakmaz ve her zaman zalim davranır. Ucu çivili sopasıyla onu dürter durur. Hayvancağız dayak yemekten, korkmaktan yürüyemez olmuştur. Bir gün kaldırım kenarındaki otları yemekte olan bir hasta at, gerilemiş gerilemiş de sakaya öyle birv çifte atmış ki adamın üst dudağı yarılmış, iki ön dişi kökünden kırılmıştır. Bilge biri de atın bu hareketini Allah’ın askeri tarafından verilmiş bir ceza diye değerlendirir.
1 Yorum
[…] Kaynak: https://hernefes.com/bir-kamci-hikayesi/ […]