Kahvenin Son Hânesi

Pınar Keskin
5 dakika
-+=

Kahvenin ilk ortaya çıkışı ile ilgili çeşitli hikayeler mevcuttur ancak bilinen en yaygın teori, Etiyopya’dan Yemen’e gelerek, buradan da dünyaya yayılmış olduğudur. “Kahve ve Kahvehaneler” kitabının yazarı ünlü kahve tarihçisi Ralph S. Hattox, 15. Y.Y. ortalarından itibaren, Sufiler’in zikir ritüelleri öncesinde uyanık kalmak için kahve kullanmaya başladıklarını anlatmıştır. Sufilerin bu alışkanlığı zamanla İslam dünyasında ve Osmanlı’da yaygınlaşmış, 17. Y.Y.’dan itibaren ise özellikle İstanbul’a gelen Avrupalı gezginler de kahve ile tanışınca, önce Avrupa’da daha sonra zaman içinde de Anadolu’da kullanımı artmıştır.

Bazı kaynaklarda, gerçek hayatı ile efsanevi kişiliği birbirine karışmış olan Yemen’li Veysel Karani Hazretleri’nin, develerinin bir bitkiyi yedikten sonra daha hareketli olduklarını gözlemlediğinde kendisinin de bu bitkinin tadına baktığı, ancak çok acı bir tadı olduğu için ateşe attığı, sonra da kokusu hoşuna gidince bu yanmış çekirdeklerin de tadına bakarak kahveyi keşfettiği rivayet edilir. Bu bilgi doğru mudur değil midir bilinmiyor ancak kahvenin tasavvufta uyanışın simgesi olduğunu söyleyebiliriz belki de. Bir velinin ikram ettiği kahveyi içmek bu maddi dünyanın bizi daldırdığı uykudan uyanma vesilesi olabilir. Çok kıymetli bulduğum A’mâk-ı Hayâl kitabının her bölümünde Aynalı Baba’nın Raci’ye kahve içirmesinin de böyle bir sembolik anlamı olduğunu düşünüyorum. Arayan ve aynı zamanda rica eden anlamındaki Raci ismi, içinde hem ricayı hem rücuyu barındırıyor. Aslına dönmek anlamındaki oruç kelimesi de rücu’dan gelir. Rica ise istekte bulunan, hakikati isteyen insanı temsil eder. İşte bu aşamalardan geçecek olan Raci’ye ikram edilen kahve onun uyanışına vesile olacaktır.

Eskinin Sufi kültüründe bir hoş sohbet mekânı olan kahvehâneler bugün ne yazık ki bambaşka bir hale bürünmüş durumda. Geçmişte kahvehanelere “kıraathane” de denilirdi. “Kıraat” okumak, “hâne” ise ev anlamına gelmektedir. Kıraathâne ise ‘okuma evi’ olarak tarif edilebilir. Bu haliyle kıraathâne adı, kahvehânelerin, müşterilerin okuması için gazete ve dergi de bulundurdukları daha eski dönemden kalmış bir terimdir. Kahvehâneler geçmişte kitapların, gündelik gazetelerin veya dergilerin okunduğu, önemli edebi sohbet ve toplantıların yapıldığı, siyasal gündemlerin belirlendiği mekânlar olarak ifade edilmektedir. Bu yönüyle aydın insanların buluşma merkezleri konumunda olan kahvehâneler, edebî, siyasî ve sanat ile ilgili bazı oluşumların doğuşuna da zemin hazırlayan; toplumsal sorunların tartışıldığı ve iletişimsel etkinliğin doruğa ulaştığı kültür mekânları olarak da tanımlanmaktadır. Oysa günümüzde mahallelerdeki kahvehânelerde bütün gün hiçbir iş yapmadan oturanlara ya da bazı zincir kahve dükkanlarında, sohbet eden gruplar yerine, kahvesi eşliğinde kendisini bilgisayarına gömen bireylere rastlıyoruz. Bu eski ve lâtif kültürün son temsilcisi ise hâlâ İstanbul’da, zamanında Bizans’ın iki büyük limanından biri olan Kadırga semtinde yaşıyor. Arif Abi’nin yeri, nâm-ı diğer Kadırga Tulumbacılar Kahvehânesi, yaklaşık 150 yıllık binasında 89 yaşındaki Arif Abi ile birlikte hâlâ hayatta. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde bahsedilen, çok değerli bir tarih hocamız sayesinde tanıştığımız bu mekânı ve bu özel tarihi kişiliği tanımak, kahvenin, kahvehânelerin hakiki kültürünü bir nebze olsun anlamamızı sağlamakla kalmayacak, bizi alıp eski İstanbul’un o renkli sokaklarına götürecek.

Arif Abi 1934 yılında İstanbul Kadırga’da doğmuş. Gözünü açtığında, kahvehânenin ortasındaki şadırvanı gördüğünü söylüyor. Bugün şadırvan da Kadırga’nın 7 tulumbasından geriye kalan son tulumba da çalışır halde. Bunlara ilave olarak bir de tarihî çınar ağacı tüm heybetiyle göğe uzanıp, Arif Abi’nin mekânını sarıp sarmalamaya devam ediyor. 4 yaşına kadar Atatürk’le aynı dönemde yaşamış olmaktan gurur duyan Arif Abi, sohbetinde bize, hepimizin bir başlangıç noktası olduğunu ve bunu her daim hatırlamamız gerektiğini, sevgiyi öğrenmemiz, herkesi çok güzel görmemiz gerektiğini anlattı. Sevgi verin ve bakın nasıl karşılığını alacaksınız. Sevgi tüm husumetleri örter diye öğüt verdi. Eski mahalle kültürünün güzelliğini, komşuluğun önemini, eski İstanbul’un kokusunu duyarak dinliyorsunuz bu sıcacık sohbeti bu keyifli mekânda.

IMG 1907

Kahvenizi Arif Abi’nin sohbeti eşliğinde içmek isterseniz, çok keyifli bir yürüyüş rotası ile oldukça özel bir gün geçirebilirsiniz. Bu rotada yürürken, sufilerden tulumbacılara, kabadayılardan yeniçerilere kadar pek çok farklı karakterin izlerini hissederek, sanki seslerini duyup bir köşeden döndüklerini görerek, Sultanahmet Meydanı’ndan Kumkapı’ya kadar adım adım tarihle ilerlemek heyecan verici bir deneyim oluyor.

Sultanahmet Meydanı eski hipodromdan deniz tarafına doğru inerken önce İstanbul’un ikinci büyük su haznesi olan ve 224 orijinal sütununun 212 sütunu günümüze kadar ulaşan Binbirdirek Sarnıcı’nı, ardından da 1600 yıllık bir geçmişe sahip Şerefiye Sarnıcı’nı gördükten sonra Kadırga’ya doğru devam ettiğinizde karşınıza çıkacak ilk önemli eser, Mimar Sinan’ın yaptığı, cami, medrese, tekke, dükkânlar ve çeşmelerden meydana gelen ve XVI.(16.) yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş bir külliye olan Sokullu Mehmed Paşa Camii olacak. Buradan Kadırga Limanı ile Cankurtaran mahallesi arasında yer alan Küçük Ayasofya Camii’ni de gördükten sonra, adını cinci bir hocadan aldığı iddia edilen ama aslında Osmanlı zamanında atlı askerlerin cirit oynadığı ve esas ismi cirit anlamındaki Cundi olup zamanla bugünkü haliyle telaffuz edilmeye başlanmış olan Cinci Meydanı’ndan geçerek Kadırga Tulumbacılar Kahvesi’ne vardığınızda Arif Abi ile sohbete dalıp, bu tatlı sohbetin sonunda aşağıya Kumkapı’ya yürüyüp, 1936’da açılmış olan Boris’in Yeri’nden kaymak ve tereyağı alışverişi yaparak, tarihle lezzetlenen günü daha da tatlandırarak bitirebilirsiniz. 

Örtüsünden soyunup, kavrularak, dövülerek ve kaynatılarak sufiler ile benzer tecrübelerden geçen kahvenin İstanbul’daki bu son hânesi Arif Abi’nin hem evi hem işyeri, tümüyle hayatı olan bu mekândan kimler gelmiş kimler geçmiş. Farklı kültürlerden, farklı dinlerden, edebiyatçısından tarihçisine, yazarından sanatçısına, film çekimlerinden devlet büyüklerinin ziyaretlerine, yeniçerilerin isyan planlarından, ittihatçıların toplantılarına kadar kimbilir ne sohbetlere şahit olmuş bu kahvehâne.

Şadırvan o hoş su sesi ile gelmiş geçmiş tüm o sohbetleri sırlamış, kimselere duyurmamış. Ve siz oradayken sanki tarihin tüm fısıltılarını duyuyor, eskiye ait kokuları kokluyor, kapıdan bir tulumbacı girecekmiş veya dışarı çıktığınızda Osmanlı dönemine ışınlanmış olduğunuzu fark edecekmiş gibi hissediyorsunuz. Renkli ve zengin kültürümüzü orada hatırlayacak, neden ayrışıyoruz, neden bu kadar kavga ediyoruz diye düşünüp, bir fincan kahve eşliğinde yapılan sohbetle nasıl da tüm fikir ayrılıklarına rağmen bir bütün olabileceğimizi fark ederek Bir’liğin hakikatini içimizde canlandırabiliriz. 

Gönül ne kahve ister ne kahvehane

Gönül muhabbet ister kahve bahane…


1 Yorum

Lütfiye Batum 1 Haziran 2023 - 08:26

Kalamine sağlık Pınar hanım, çok değerli bilgiler için teşekkürler 🙏❤️

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam