Senin Adın Aşk

6 dakika
-+=

Sana bir sır vereyim mi dostum? 

Acılar ve sıkıntılar adamı hasta etmez ama insan kendi kendini pekâlâ hasta edebilir, hatta üze üze yataklara düşürebilir. Dert, dert edinilmeden evvel can bulmaz, tesir etmez. Kimine en zorlu süreçler dert değildir de kimine bozulan çamaşır makinesi dert olur. Ve evet zorluklar değilse de dertler adamı yer bitirir, içten içe çürütür.

Derler ki gemiler suda batmaz, suyu içine alan gemi batar. Öyleyse sokma içine derdi, kederi. Şöyle düşün: Lunaparktasın ve bir eğlence trenine bindin. E, zaten ona heyecanlanıp bağırmaya, bu adrenalinden keyif almaya binmedin mi? Tren seni öldürür mü? Öldürmez! Ama sen korkudan kendini tepeden aşağı atarsan, kendini yine kendin öldürebilirsin. Hiçbir keder senin içindekinden daha kudretli değildir. İnsanın kendine ettiğini kimse ona etmez, edemez.

Sofrada acı biber varsa ondan da koyalım elbet biraz. Acının da lezzeti var. Ne diyordu hepimizin çok iyi bildiği o şarkıda: “acıdan geçmeyen biraz eksiktir”, ama boca etmeyelim hepsini lütfen yemeğin üzerine. Sonra ne acının tadı kalıyor ne de yemeğin.

Belki kulağa çok cüretkâr gelecek ama şu kurban psikolojisine de haksızlığa da inanmıyorum ben. Haksızlık diye bir şey yoktur, olamaz. Hak, her yerde ve her şeyde var olandır. Elbette ben de inandırıyordum kendimi bu yalanlara. Yaşadığım birçok şeyde etrafı suçlayıp kendimi olayların kurbanı gibi görüyordum. Ama sonra gözlerim gördü, kulaklarım duydu ve şimdi biliyorum ki bu satırları okuyorsan veya dinliyorsan senin de hakikat yolculuğun başlamış sevgili kardeşim. Bil ki seninle konuşan, bu satırları yazan yine sensin. Benim suretimde bir sen.

Hiç düşündün mü? 

Bir rüyaya benzer bu varoluş. Gece gözünü kapar yatarsın. Rüyanda birçok kişi görür, birçok duygu yaşarsın. Aslında herkes ve her şey bir zihinden çıkmıştır; senin zihninden. Onları yaratan da konuşturan da deneyimleyen de rüya olarak seyreden de sensin. Kavga ettiğin de sen. Sevdiğin de.

E, o zaman kim kime kızsın, kim kimi suçlasın? 

Fakat unutacağız ki bir hikâye çıksın.

Çünkü bir film perdesi gibidir hayat. Bin bir türlü film vardır, dahası bir filmde bin bir film. Acıklısı, romantiği, dramı, komedisi. Peki biz bu filme niye girdik? Elbette ki ağlamak, gülmek heyecanlanmak, duygulanmak için. Birçok deneyimi tatmak için. Öyle boş boş seyretmeyeceğiz tabii. Ama heyecanlı bir sahnede kalp krizi geçirecek, acıklı sahnede ağlamaktan telef olacaksan benim vazifem sana bunun bir film olduğunu hatırlatıp, sinema salonunun ışıklarını açmak. Eğer ki gözünden bir damla yaş akarken içinden “vay be ne acıklı film” diyorsan o zaman ağzımı açıp da bu illüzyonu bozmam. Yoksa onun da tadı çıkmaz. Keyifle bir film seyrediyorsun, yanındaki “he he bu gerçek değil ki bunlar oyuncu, he he baksana oyuncunun gözüne viks sürmüşler, aaa o kan değil ki ketçap” filan diyor. Yahut “bir sussana kardeşim, ağız tadıyla bir deneyim yaşamaya, az buçuk seyrettiğimize inanmaya geldik” demez misin?

O zaman en güzeli yarı uyku, yarı uyanıklık. Fazla mı uyandın hafif kıs gözlerini. Çok mu uyudun biraz arala. Aksi takdirde ya dilin yanar acılardan ya da sayısız nimetlerden tat almaz olursun.

Arada bir yer bul kendine. Ne öyle ne böyle. İnsanız, aciziz. Gün gelip dışın üzülse, kızıp küsse bile için hep şükürde olsun. Kalbin hep affetsin, gelene minnetle eyvallah desin. Bir kanadın korku diğeri ümit olsun. Semazenler gibi bir ayağın sabit bir ayağın fırıl fırıl dönen olsun. Bir elin yerde bir elin gökte olsun. Dönme dolapta çılgınlar gibi bağırırken indikten sonra “vay be ne maceraydı” diyeceğin aklında olsun.

Bir şey daha var sana söylemek istediğim. 

Eğer kendini kurban gibi görüyor birilerini suçluyorsan -işte şimdi bana kızacaksın ama- suçladığın en çok kendinsindir aslında! İstersen bir düşün, bak. Bulacaksın sebebini. Sen bunu nasıl yaptın? Sormaya ve cevaplamaya cesaret edebildiysen devam ediyorum.

Elbette ki yapabilirsin, hataya düşebilirsin, günah da işleyebilirsin. Eğer hatalarından bir öğreti çıkarırsan o hata hata olmaz. Tohumunun gübresi olur. Ağacını büyüttüğün su olur. Tırmandığın merdiven olur. Aslında hata diye bir şey bile yok. Bizim seninle kavuştuğumuz yerde ne iyi var ne kötü ne yanlış var ne doğru. Sadece deneyim var bu hayatta ve bu deneyimlerle olgunlaşıp kemale ermek var. Yolculuk var.

Her ne yaparsan yap kendinden geçemezsin. O seni o kadar çok sevmiş ki, sana ruhundan bir nefes üflemiş. Seni kendine mesken etmiş ve bugüne bugün hiç terk etmemiş, canına can katmış. Senin kendine kızdığın anda bile seni bırakmamış, sarmış sarmalamış. Sonsuz sevgisini akıtmaya rahmetiyle kuşatmaya devam etmiş. Sen kimsin ki onun affediciliğine sınır koyacaksın? Sen kimsin ki sevgisinin sınırsızlığını anlayacaksın.

Bak sana bir şey diyeyim mi?

Senin adın AŞK dostum! Başka bir isim söyleme bana Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma deme. Senin adın AŞK. Aşk’la oldun, aşk’tan geldin, aşk’a geldin. Geldiğin yer de aşk, gideceğin yer de. Sağın da aşk, solun da. O da aşk, sen de aşk, biz de aşk. Hepimizin adı aşk. İçin aşk, dışın aşk. O zaman kime kızıyorsun, kime küsüyorsun, kimi suçluyorsun? Perde açılıp, alkışlar koparken sarılıp, selam vereceksiniz o kötü adamı oynayan rol arkadaşınla. Kol kola, sarmaş dolaş tebrikleri kabul edeceksiniz belki de. Sen de kaçacaksan rol icabı kaç o zaman. Nihayetinde ne kadar acıtabilir ki canını onun rol gereği sapladığı oyuncak bıçak? 

Bak bu gerçek hikâye belki biliyorsundur.

Adamın teki treni kaçırmakta olduğunu fark edince koşarak sondaki vagona güç bela atmış kendini. Bu vagon yolcu vagonu değilmiş ama adam ne vagonu olduğunu içeri girince anlamış. İçeride et taşımak için kancalar varmış. Adam etlerin en aşağı eksi 32 derecede saklanacağını bildiğinden, can havliyle kendini dışarı atmaya kalksa da vagonun kapısı içeriden açılmıyormuş. Donarak öleceğini anladığında, çantasından kâğıt kalem çıkarıp sevdiklerine bir veda mektubu yazmaya karar vermiş. Bu mektupta an ve an neler yaşadığını paylaşmış. Son satırları “ellerim artık donuyor yazmaya devam edemeyeceğim” olmuş. Adam ertesi gün ölü bulunmuş. Bütün bulgular donarak öldüğüne işaret ediyormuş. Ancak içeride et olmadığı için soğutucusu çalışmayan vagonda neden donmuş olabileceğini kavrayamamışlar. Ta ki mektubu okuyana kadar.

Hani küçükken oynuyorduk: “Sağım solum önüm arkam sobe saklanmayan ebe! Derdik. Etrafımdaki herkesi gözlerimi açmadan görmesem de sobeliyorum” der, saklanmayan ebe olacak diye baştan uyarırdık. Şimdi ne yapıyoruz biz? Aynı oyun değil mi oynadığımız? Bu dünyaya gözümüzü açmadan evvel, biliyorum sağım solum önüm arkam O dedik. Sonrasında oyun gereği O’nun kendisini gizlemesi gerekti. Şimdi hatırladın mı? Şimdi hatırladın mı seni?

Yani Can’ım uzun lafın kısası O’ndan ayrısı yok. Ayrılık sadece bizim zihnimizde. O her zaman verdiği derdin dermanını da verir. Sen yeter ki daha fazlasını yükleme kendine.

Hadi öyleyse sıkı sıkı sarıl içindekine.

Ben yanındayım de. Birlikteyiz de.

Çok seviyorum de. Aşkından yanıyorum de.

Öp kokla dans et.

Hiç bırakma.

7 Yorum

Nurgül Sever 26 Mart 2023 - 10:48

Aşık oldum bu yazıya ve dökülen kelimelere ve yazana ve yazdırana
Teşekkür ederim güzel kadın eline,zihnine,kalbine sağlık❤️

Cevapla
Zübeyde Nisa Karabacak 26 Mart 2023 - 14:52

Nasıl güzel dökülmüş kalpten kağıda 🙏🏻♥️

Cevapla
Burcu mildan 26 Mart 2023 - 15:05

Yazı , ses, yorum tekrar tekrar dinleyisi ve okunası . Bayıldım . Yorumuna sağlık güzel kalpli kadın 🤎

Cevapla
Neva 27 Mart 2023 - 01:00

Canım Zeynep. İyi ki bütün bu sözlerin senin en organik ve doğal halin olduğunu bilecek kadar yakından tanıdım seni. Yüreğine sağlık. Şifa oldun kalbime.

Cevapla
Sevilay Durmuş 4 Nisan 2023 - 10:35

Muhteşem 💐. Muhteşem hikmet incileri bunlar. Büyülenmedim sadece mıhlanıp kaldım her cümlesine. Benim de adım AŞK olsun bundan sonra o vakit. Güzel Dost yüreğine sağlık…

Cevapla
Ayşegül 12 Nisan 2023 - 22:26

Nasıl güzel 🙏💖

Cevapla
Lütfiye Batum 25 Nisan 2023 - 13:55

Çoook güzel gönlüne ellerine sağlık👏❤️❤️❤️

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam