Duvarda bir Led Zeppelin posteri. Konserin en heyecanlı yerinde çekilmiş. Sahne ışıklarının arasında Page gitarını havaya doğrultmuş, Plant’in saçlar havalanmış. Baktığınız anda sizi o anın enerjisine götürüyor, içinizde hissediyorsunuz.
Âlem bir tecelliler âlemi. Yüceler yücesi her yerde tecelli ediyor. Bir de işin kemalini bulma meselesi var. Tam kemal ile tecelli ânı, iş kemalini buluyor. Jimi Hendrix’in konserdeki o anında, bir zeytinin dalında tam olgunlaşıp yenecek kıvama gelmesinde bu tecelli ortaya çıkıyor. Hepimizde tanrı vergisi yetenekler diye nitelendirdiğimiz vasıflar var. Tam o anda parlamaya başlıyoruz. Tıpkı sahne ışıklarının aydınlattığı gibi.
Örneği sanat dünyasından vererek başladık. Ama bu parlama hali yaşamın tüm yönlerinde karşımıza çıkıyor. Misafir olduğumuz evde harika bir yemek yapmış olan ev sahibinin yüzüne ağzımızda lokmayla bir bakış atmamız, iş hayatında başarılı bir girişimimizden sonra hissettiklerimiz, bazen alkış almamız hep bunun farklı şekillerde karşımıza çıkan hâli.
İnsan parlar. O an hissederek, niyet ederek, ilahi bir ilhamla ortaya çıktığı o tecellide parlar. Daha doğrusu o tam olma, kemalini bulma hali ondan parlar. Kafaya giyilen bir taç misali. Bazı insanlar bu tacı pek çok kez takar, sürekli bu tecelli kendini zahir eder.
Bir yıldız misali. Sahne sanatçılarına başarılı olduklarında yıldız denmesine şaşırmamak gerek. Yıldız da milyarlarca yıl boyunca kendisine verilmiş bazı elementler ve bunun kimyevi tepkimeleriyle parlar. Etrafına ışık saçar. Ve elbet bir gün ölür. Ölümüyle tamamen yok mu olur? Karadelikler burada beni çok düşündürmüştür. Ölümüne yakın büyüyen, süpernova olan yıldız bir süre sonra müthiş bir çekim gücüyle içine çekiliyor ve her şeyi, ışığı, evet ışığı bile yutmaya, toplamaya başlıyor. Adeta birliğe dönüp her şeyin ve ışığın da kendisi olmaya başlıyor. O yüzden yeterince ışık verebilmiş insanların da ölümle kayıtlanmayıp ışığın kendisi olduklarına dair bir hissim var. Tabi o ölüm eşiğini, o anlayış eşiğini geçtikten sonra. Yani bunu yapanın kendisi olmadığının idrakinden sonra.
Biz insanoğulları genellikle burada bir anlayış hatasına düşeriz. Parıldamayı kendimizden biliriz. Bu ilahi parıldamanın sadece görünen yüzüne bakıp onu tamamen kendimize atfederiz. Bizde elbette ilahilik var ama bunu ilahlıkla karıştırırız. Daha sonra parıldama anları kesildiğinde bunalımlar başlar. Tarih bir zamanlar başarılı olmuş, ama etraftaki ilgi ve alkışlar kesilince hayatını mutsuzluk içinde geçiren sayısız insanla dolu. Büyük bir testtir insanlık için. Kimi zaman aslında maddi durumu da yerinde, hala takdir gören insanlarda bile bu durumun mutsuzluğunu okuruz. Kendilerini anlatmak için daha çok çaba sarf edip “ben, ben” diye vurguladıklarına şahit oluruz. Parlaklığın geldiği yeri bilen ise o anlara müteşekkir bir şekilde yeni anlara doğru çoktan yelken açmış, “her an yeni bir iştedir” (Rahman Suresi, 29). Bir âna takılıp kalmadan, akıştadır. Mevlana Celaleddin’in anlattığı şekilde, donmadan, bulanmadan akar, yeni şeyler söyler. Zamanı gelince birlik olur, tüm ışığı, tüm parıldamayı kendinde toplar. Ona selam olsun.
1 Yorum
⭐️