Bu kelimeyi duyduğun an ne hissediyorsun?
Bir “aldatma hikayesi” anlatacağım desem nasıl bir senaryo belirir aklında?
Biri gelip de “Seni aldatmış” ya da “Aldatılıyorsun” dediğinde ilk ne düşünürsün?
Eşinin, sevgilinin bir başkasıyla ilişkide bulunduğunu mu?
İçindeki cevapla birkaç saniye yüzleşmeni rica ediyorum. Aldatmak senin için ne demek?
Öncelikle “aldatmak” kelimesinin sözlük anlamına bakalım.
TDK’ya (Türk Dil Kurumu) göre ilk anlamı “beklenmedik bir davranışla yanıltmak”.
Sonra sırasıyla “verilen sözü tutmamak”, “yalan söylemek” geliyor.
“Eşe ihanet etmek” yedinci anlamı. Peki nasıl oluyor da biz bunu ilk sıraya yerleştiriyoruz toplumsal hafızamızda?
Bu kelimeyi alıp da sadece sevgili ilişkisine indirgediğimizde anlamını hayli daraltmış oluyoruz.
Halbuki ben bu kelimenin ilk anlamını seviyorum, beklenmedik bir davranışla yanıltmak.
Burada güvendiğiniz bir eşin başkasıyla olması da var, güvendiğiniz bir dostun size yalan söylemesi de pazarcının verdiği çürük domatesler de…
Halbuki güvenmiştik!
İşte bu “güven” meselesine odaklanmalı en iyisi. Elbette başkalarına güvenebilmek bize iyi hissettirir. Bu insanlığın ortak ihtiyacıdır. Başkasına yaslanma lüksü yaşatır.
Yine de akıldan muaf bir yaslanma, muhakeme edilmemiş bir güven anca özgüvensizliğimizi tetikler. Zira beynin ön lobu bu iş için hazır bekliyor. Bilgiyi gir ve benim değerlendirmeme izin ver diyor. İyi değerlendirilmemiş bir güven hali bizi en hafif manada “hayal kırıklığına” uğratır. Hatırla bütün krediyi verdin karşındakine, hiç risk hesaplamadan. Bu hayal kırıklığında senin hiç mi payın yok?
Yahu Selen bu kadar hesap yaparak güvenilir mi diyebilirsin. Ben de hatırlatırım sonuçlarına sen maruz kalacaksın. Sorumluluğunu alabildiğin her şeyi yaşa. Özgürlük budur! Ama gün gelip de kaleler yıkıldığında “o böyle yaptı” diyemezsin. O böyle yapacağının sinyallerini sana bir şekilde verdi. Her defasında orada kalmayı seçen sendin. Bu yüzden de “aldatılmak” sende öfke yarattı.
Sorumluluğunu alamadığımız her eylemde suçlu ararız. O suçluluk hissi öfke ateşini harlar. Karşımızdakini suçladıkça rahatladığımız zannederiz. Yanılırız. Dönüp bakacağımız tek yer aynadır.
Halbuki bir duruma kızdığında gitmek ihtimalin de vardı. Sevgiyle uzaklaşmak, onu kendi deneyimiyle baş başa bırakmak ihtimalin de…
Karşımızdakinin “haklı” olduğunu, “doğru” davrandığını söylemiyorum. Kendini görüp, öz eleştiri yapmayı hatırlatıyorum. Kızgınlığını yaşa ama değerlendirmeni de yap. Hangi tür ilişki olursa olsun, deneyim hanesine yaz.
Hatırla en güvenli olanı kendine yaslanmak. İnsan kendine güvenip yaslanabilir. Peki kendini yanıltmaz mı, aldatmaz mı?
Aldatır elbette.
O dostluğun yürümeyeceğini anladığında kendi sezgisine kulak vermediğinde…
O tezgâhtan alışveriş yaparken yeterince dikkatli davranmadığında…
İlişkide içine sinmeyen bir şey olduğu halde gidemediğinde, tutunduğunda…
En çok tutunurken aldatır insan kendini.
Orada durmak için “inatlaşırken”.
En çok kendini yanıltır insan beklenmedik bir davranışla.
Söz vermiştin bedenine iyi bakmak için, ama istikrarlı olamadın.
Söz vermiştin o enstrümanı çalacağına ama bir türlü zaman bulamadın.
Söz vermiştin yarım kalan lise eğitimini bitireceğine ama aileni bahane ettin.
Söz vermiştin sabahları yürüyüş yapacağına ama gece o diziden gözünü alamadın.
Kaç defa yanıttın kendini? Kaç defa başkalarının peşinde koşarken kendinden uzaklaştın?
Empati kurma bahanesiyle kaç kez onların hayatını giydin üstüne ve onlar yaşamaya devam ederken kendini kullanılmış hissettin?
Kimse bir şey yapmadı aslında buna sen izin verdin.
Kimse aldatmadı seni sen aldanmayı seçtin yalnız kalma korkusuyla.
Sonunda en çok kendini aldattın.
Kendinle kalmaktan keyif alana kadar sürecek bu çelişkin.
O yüzden güzel dostum ne yap yap en çok kendinle geçirdiğin zamandan keyif al.
O gitarı çal, o dersi çalış, o yemeği hazırla, o kitabı yaz, o sporu yap.
Baktın aldatıyorsun kendini. Şefkatle yeniden başla.
Bir gün mutlaka hak edeceksin güvenini.
fotoğraf: Alper Tanca