Öyle küçük elleri olan zarif Ljubljana’ya
Seyahatten ilk bahsettiğimde “Benim için de gez” dedi, gözleri parlıyordu. Yolculuk vakti gelip çatınca hatırlattım, yarın gidiyorum dedim. İlk defa söylüyormuş gibi “Benim için de gez” dedi.
Tekrarlanan cümlelere dikkat etmek lazım.
Güneşli bir sabah vakti kalktık, uçtuk, başka bir diyara konduk. Güneş kucakladı bizi yine. Cümle, kafamda yankılanırken düşündüm – Onun için nasıl gezebilirdim? Bir minibüsle şehre doğru yola çıktık. Yeşil bir yola girdik. Maviden bir kubbe, kubbede uçuşan beyaz hayaller, göğermiş bir tarla, akan yolu hiç terketmeyen renkler. Âzade ruh, ömürlük geçmişini bir anda unutup ezelinin hâtırasına uçmuş bir hâfıza. Tut tutabilirsen: Kanatlanmış gidiyor…
Otel minik bir durak oldu, tekrar yola düştük sevimli bir ailenin kucağında. Yollar tekrar kılcallandı, küçük köylerde çiçekli bahçeler gördük. Ara sokaklarda, küçük çocuklar küçük bisikletlerinde – bizimle aynı büyük gökyüzüne bakıyorlar. Göl kenarında nefeslendik ve suyun aynasına koştuk, elimizi soktuk aynayı bozduk. Bir ada var dediler – bir sal, bir kıyı, bir minik su seyahatinin sonu. Sonsuza uzanmış gibi kendi içinde “hû”layan göl sessizliğini dillerinin şakımasıyla nakışlayan Hintli çocuklarla aynı sala binip büyük kıyıya döndük.
Bir kale kestirdik gözümüze: Yolda orman çekti içine, yol kaybettik, yol aradık, yol bulduk, çıktık, yorulduk, acıktık. Doyurulduk batan gün eşliğinde, ayna göl yoldaşlığında. Alnımız okşandı, öpüldü; uykuya daldık, uyandık ve uyanan şehirde evlerinde uyuyan insanların sessiz ve masum nefeslerini duyarak yürüdük -sabah erken-erken. Şehrin içindeki küçük köprülerden birinden öteki yakaya geçerken nehrin üstünde, bulutların arasında doğudan yükselen güneş ve sağda kalenin sırtı – Tabiatın ve insanın mimarisi, yaratılmışlar ve yaratan. Kendisi uyanmış ama sâkinleri uykudaki bu şehirde âniden bir huşû, bir his, bir aşk… Benim için de gez…
Birden ayıldım: Ben senin için gezemem. Senin için de gezemem…
Ya?
Senin içinde gezerim. Ancak senin içinde.
Nereye geldim ben? Uzaklar, kilometreler, uçmalar, konmalar, koşmalar… Maviler, yeşiller, karalar, sular… Nereye geldim ben? Nereyi dolaşmaktayım, nereye bakmaktayım?
Başımdan aşağı aşk boca edildi.
Senin için de gezerken değil senin içinde gezerken olacağı buydu.
Pembe renkli kilisenin meydanında dolaşan güvercin de bunu biliyordu.