Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bir kimlik oluşturuyoruz. Kendimize bir kurallar seti koyuyoruz. İyiler, kötüler, beğenilecek, beğenilmeyecek hareketleri belirliyoruz. Zaman ve mekânla kayıtlanarak burada dolaşırken elbette başka kayıtlar koymamız gerekiyor. Bir davranış el kitabı. Başka türlü iletişim kurup diğer insanlarla bir arada yaşamamız imkânsız hâle gelirdi. Ancak bu kayıtların esiri olmak başka bir şey.
Gözümüzü açtığımız andan itibaren çevremizin bizden beklentileri oldu. Ağlamamamız istendi örneğin öncelikle. Sonra ortalığı dağıtma, şunu bunu yapma istekleri eklendi. Büyüdükçe toplum kuralları ile tanıştık. “Ayıp”lar, “hiç olur mu öyle şey”ler başladı. Kendimizi kastıkça kastık. Güzel ahlak tavsiye edildi bir taraftan. Ahlaklı insan belirli tanımlarla bize empoze edildi. Bunların hepsini içselleştirdik, davranış kalıplarımıza yerleştirdik. Buraya kadar güzel. Her toplum kendi değerlerine göre birtakım değerleri, yapma biçimlerini geliştirmiş ve kendi bireyine öğütledi. Örneğin Ibn Arabi bakış açısıyla bu biçimlerin hepsi güzel, sen de kendi bulunduğun toplumun alışkanlıkların uy.
Fakat sonradan fark etmeye başladık ki, kendi değerlerimiz ile değil, bizden beklenenler ile hareket etmeye başlamışız. Meslek seçimimiz, eş seçimimiz, bize zevk ve farkındalık sağlayan hobilerimiz, sosyal bir ortamda nasıl hareket etmemiz gerektiği, kılık kıyafetimiz, hatta saçımızın şekli bile bundan nasibini almış.
Korku konusu çok önemli bir kavram olduğu için onu ayrıca açma ihtiyacı hissediyorum. Fakat buradaki sürüden dışlanma korkusuna değinmek gerek. Toplum beni sevsin, beğensin, dışlamasın. Hatta tam orta yerinde olayım, öncülerden olayım ki dışlanma ihtimali iyice zayıflasın. Toplumun beklentilerine uymayan öğeleri en başta ben dışlayayım, ayıplayayım, yerim sağlamlaşsın, kendimi güvende hissedeyim. Tabi bir yandan da bu aykırı hareketler benim bugüne kadar inanıp bağlandığım, hiç sorgulamadığım değerlerimi tehdit eder, onların bir kısmının anlamsızlığını ortaya çıkarırsa ben boşluğa düşerim, bir anlam yüklemiş olduğum hayatım, kimlik bilincim sekteye uğrar, buna izin veremem.
Canım saçımı kırmızıya boyatmak istiyor. Herkes futbol oynuyor, maç seyrediyor ama ben çiçek seviyorum, onları sulamak, büyüyüp açmalarını izlemek çok hoşuma gidiyor. Vaktimi buna harcamak istiyorum. Sayısal yeteneğim epey iyi seviyedeymiş, herkes mühendis olmamı bekliyor. Ama ben aslında veteriner olup hayatımı hayvanlarla geçirmek istiyorum. Sınavlarda dereceye giren biri mutlaka en popüler bölümlerden birini seçip okumalı diyorlar. Klasik Türk Müziği beni çok mutlu ediyor ama arkadaşlarım hep rap dinliyor, Türk müziği dedelerin işi, bizim ne işimiz olur diyorlar. Hem daha geçen hafta sokak müzisyenlerini gördüğümüzde ben ritimle dans etmeye başlayınca öyle ulu orta dans mı edilir dediler. Yabancı gelin, damat olur mu, davul dengi dengine dediler. Kuran’ı okumaya, maneviyatı anlamaya çalışmaya başladım, gerikafalı mı oldun dediler. Diğer öğretileri araştırmaya başladım, sen dinden çıkıp kafir mi oldun dediler.
Dediler. Derler. Ama bir de bu dünyaya tek başıma gelip, bir gün mezara da tek başıma gireceğim gerçeği var önümde. Hayatı insanlarla, ailemle, toplumla birlikte yaşamak çok güzel, ama sadece kendi hayatımdan, başkasını değil, kendimi nasıl gerçekleştirdiğimden sorumluyum demek ki. Düşünce ve ruh tek başına. Bu özgürlüğüyle uçabildiği kadar uçmalı. Kartallar çok yükseklerde yalnız uçuyorlar. Çok başarılı insanlar da öyle. Etrafları milyonlarca insanla dolu olsa da.
Gelin biz “Derler derdine düşmeyelim”.
1 Yorum
Ah be oğlum
Kalemine , yüreğine sağlık
Neler neler yazdım sonra sildim
Gençleri anlamaya çalışalım , hayallerinin önünü kesmeyelim, sevgiyle🙏❤️