Zıtlıkların uyumlu beraberliği üzerine kurulmuş hayatımızda bir uyumlu çift var ki sanki yaratılışta ilk yan yana gelen, yaratılış gayesini özetleyen, ilk kelâm gibiler. Sanki Rahman önce “Ol!” demiş, tüm kâinat zerreden kürreye oluvermiş. Ardından da “Feda” ile “Kâr” çiftini yan yana getirip “Fedakâr Ol” demiş. “Feda” sözlük anlamıyla herhangi bir şey uğruna bir şeyden vazgeçmek anlamına geliyor. “Kâr” ise alışveriş işlerinde elde edilen kazanç anlamı taşıyor. Yani “Feda” bir eksi (-)’lişi, “Kâr” ise artı (+)’şı ifade ediyor. Velhasıl ayrı ayrı eksik kalan bu iki kelâm da yan yana gelerek tamamlanıyor ve iki kelimeden oluşan bir bileşik sözcük oluyor. Öte yandan sözün ifade ettiği haslete sahip insanlara kazanç üstüne kazanç sağlıyor. Bu insanlar daima seviliyor, sayılıyor ve takdir ediliyorlar. İşte birbirinin tamamen zıttı bu iki kelime, Çok Kudretli Bir Dil Bilimcinin Kalemi’yle yan yana getirilerek, biz Ademoğullarının her anlamda değerini artıracak, güzel bir hasletin adı oluyor. Zıtlıkların yan yana gelmesi bir uyumu, bir dengeyi ifade ederken; zıt anlamlar ifade eden bu iki sözcük yan yana gelince; bir çoğalış, yükseliş ve yüceliş haline vesile olan, dünyanın en harika uyumsuz çiftini oluşturuyor. Kim bu haslete sahip olursa hesapsız kâr elde ediyor; el-Kerîm hesabınca.
Hepimizin yapması gereken Allah’ın rızasını kazanabilmek için birçok şeyden fedakârlık yapmaktır. İbadetlerimize bir baksanıza; hepsi de bir şeylerden vazgeçme, bir şeyleri yapmayı terk etme üzerine. Namaz, Allah için en tatlı zamanlardan, oruç, türlü tat ve lezzetlerden fedakârlık. Zekât servetimizden fedakârlık. Hac ise hem zaman hem servet hem de türlü lezzetlerden fedakârlık. Görülüyor ki hayatımız en başından fedakârlık üzerine kurulmuş.
Gündelik hayatta da türlü fedakârlıklar var. Cennet fedakâr annelerin ayakları altına serili. Mutlu yuvalar karşılıklı fedakârlıkla kurulmuş. Haklı mücadeleler malı, canı feda etmekle kazanılmış. En güzel dostluklar fedakârlık üzerine kurulmuş ve o dostlar birbirlerini artırmışlar, yükseltmişler, yüceltmişler. Çünkü onlar, -bir- iken -ikinin ikincisi- olmak için “Ben” i feda etmişler. Çünkü onlar “Anam babam sana feda olsun” demişler. Çünkü onlar, “Canım yoluna feda olsun” demişler ve çünkü onlar “Bedenimi ahirette öyle büyük yarat ki tüm cehennemi kaplasın” diyecek kadar kendilerinden vazgeçmişler. İşte onlar feda ettiklerinin karşılığında “Ben ondan razıyım, o da benden razı mıdır? (bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 35649)” kelâmını duyacak kadar yücelmişler.
Hal böyleyken şimdi bakıyorum da; ne öyle fedakâr anneler, ne dostluklar, ne evlilikler, ne de mücadele erleri kalmış. Anneler kızlarına bez bebekler yapmıyor, oyuncakçıdan satın almak kolayına geliyor. Babalar oğullarına tahtadan arabalar yapmıyor, playstation oynamaya gitmeleri için para veriyor. Eşler birbirlerinin en ufak kusurunda çarpıp kapıyı çıkıyor ve avukatını yolluyor. Dostlar birbirine karşılıksız iyilik yapmıyor -ki böylelerine dost denir mi bilmiyorum- ya da kendisinden karşılık bekler diye iyilik yapılmasına izin vermiyor. Evin içinde koşuşturan komşunun küçük çocuğuna tahammül edemeyen diğer komşu, apartmandan attırmak için ültimatom vermek üzere kapısına dayanıyor. Küçükler otobüslerde büyüklere yer vermiyor. Evlatlar bilgisayarı, tableti, telefonu bırakıp ana-babalarına bir bardak su getirmiyor. Öğretmen öğrencisinden öğretmenler odasında unuttuğu kitabını getirmesini isteyemiyor. Öğrenci teneffüste çayını yudumlayan öğretmenine bir soru soramıyor. Kısacası kimsenin kimse için fedakârlık yapacak bir şeyi kalmamış. Peki mutlu muyuz bu şekilde yaşarken? Hayır. Hepimiz çocuklarımızın, ana-babalarımızın, arkadaşlarımızın, komşularımızın, velhasıl aynı ortamları paylaştıklarımızın bencilliklerinden şikâyetçiyiz. Ama kimse neden bu hâle geldiğimizi sorgulama ve kendi adına bir adım atma fedakârlığında bulunmuyor. Biz feda edemeyince de güzellikler eda edilemiyor. Şikâyet kapısında eylenip duruyoruz.
Bu kadar lafı bir sözcüğün etimolojisini ve morfolojisini açıklamak için yapmadım elbette. Son zamanlarda hayatımızdan çıkardığımız bu hasleti yeniden hatırlatmak niyetiyle; çayımı alıp, ayaklarımı uzatıp, tv izleyebileceğim zamanımdan fedakârlık edip, bu yazıyı yazdım. Yazarken eğilmekten belim ve boynum ağrıdı, gözüm yoruldu. Ama hiç şikâyetçi değilim. Çünkü kat kat karşılığını alacağımı biliyorum. Fedakârlık gerektiren bir mesleği eda ediyorum ve ben –feda- ettikçe –kâr- katlana katlana bana gelecek. İnanıyorum…