Yapay zeka…
Adı bile ürkütüyor beni.
Yapay! Kim yapmış?
Sanki biz başlamışız ama o kendi kendine üretiyor kendini. Ya da haydi, “elele” diyelim… O da şimdilik, belki de. Belki elimizi bırakıp “ben gidiyorum aga” der mi?
Vallahi der…
Hani bir arkadaşınızla terlik üzerine bir sohbet gerçekleştirdikten sonra telefona “terlik almak ister misin” reklamları geliyor ya. Ya da “senin ilgilendiğin konularla alakalı birileri var. Tanışmak ister misin”? diyor LinkedIn. Dilini bilmediğin bir ülkenin sayfasına girdiğinde “tercüme ister misin” diye soruyor site. “Len sen benim dili bilmediğimi nereden biliyorsun? Üstelik benim bilmediğim dili sana kim öğretti? Eyyyy … Ay!” İngilizcesi böyle kısaltılıyor. EY AY. Yani … Artifişıl İntelicıns.
Vize de parmak izinden pasaport kontrolü, havaalanında yüz fotoğrafından kimlik tanıma, trafikte plaka, telefonda ses yakalama hepsi EY AY. 2008 yapımı “Eagle Eye” yani “Kartal Gözü” diye bir film vardı. İzlemediyseniz öneririm. 15 sene önce “vay beee hayal gücüne bak” falan dedirten teknoloji, şimdi genç nesilde “e eski ama bunlar” duygusu uyandırıyor. Ne varsa eskilerde var desem mi? Tamam demedim. Şöyle diyelim. Delice bir hızla evriliyor yapay zeka.
Mantar gibi biten film kanallarında öyle uygulamalar var ki, şaşırıyorum. 5-6 sene önce örneğini görmüştüm aslında. Henüz bizde yoktu. Hala var mı bilmiyorum, ama ben gözümle gördüm. Top Gun seyrediyorsun. O zaman daha yenisi çıkmamıştı. Tom abim çakıyor Rayban gözlüğü. Çaaat diye telefonuna mesaj geliyor. “Abi sana Rayban’de %20 indirim yaptık. Kodun şu. Şu zamana kadar aldın, aldın” diye! Sen benim o saatte ne seyrettiğimi ne biliyorsun kardeşim? İşte telefon, televizyon, wi-fi falan derken suç örgütü kurulmuş, seni avucuna almış sallıyor. Sonra “robotlar insanları ele geçirirse diye çok korkuyorum”. Abi o iş bitti bile, sen rahat ol, korkma.
Oyunların nasıl uçup gittiğini saymıyorum bile. Oğlum Play Station oynarken bizim eve silahlı kuvvetler girmiş hissine kapılıyorum. “Kıt’a dur” falan diye bağırasım geliyor.
Bir film daha. İzlemediyseniz mutlaka izleyin. The Imitation Game: Enigma. 2014 yapımı. 2001 yapımı bir Enigma daha var ama ben yeni olanı daha bir sevdim. Film, matematikçi Alan Turing’i anlatıyor. Kendisinin bilgisayarın ya da daha öncesiyle makine zekasının yani bir nev’i yapay zekanın büyük büyük babası olduğu söyleniyor.
Tabii torunları almış yürümüş. Yukarıda verdiğim örnekler devede kulak belki. Daha bilmediğimiz ve hatta bilmediğimizi bile bilmediğimiz neler neler oluyor.
Eğer çok yanlış anlamadıysam ve hatta fazla basite indirgemiyorsam -ki sanırım aslında basitçe anlatmaktan ziyade önce kendim doğru anlamak istiyorum- bu mesele aslında bir öğrenme matematiği. İnsanın türlü düşünme ve öğrenme biçimlerini inceleyen, kurcalayan bazı torunlar bunları kodluyor ve yapay zekaya “al sen bununla oyna” diyorlar. Zaten biz ne yapıyoruz? Biz de duyduklarımızı, gördüklerimizi, tattıklarımızı, kokladıklarımızı, dokunduklarımızı yani deneyimleri ve bunlardan edindiğimiz bilgileri çoğaltarak, hatta -umarım- sorgulayarak, yeniden ya da yenisini öğrenerek bir takım hükümlere varıyoruz. Böyle yaş alıyoruz. Hayat bunların toplamı zaten. Yapay zeka da sanki bunu sizin yerinize yapıyor. Üstelik kafayı takmadığınız şeylere bile kafasını takıp önünüze getiriyor.
Mesela, geçen gün instagram’da karşıma şöyle bir şey çıktı. Bir ayakkabı almak istiyorsunuz. Uygulama o ayakkabıyı ayağınıza giydiriyor. Ayağınızı uzatıp telefonun kamerasını ayağınıza yöneltince, “bak o ayakkabıyı alırsan ayağında böyle duracak” diyor. Ya da gözlük. Yüzünde şöyle durur. Ben o kadar etkilenmedim açıkçası. Dijital çağın analog bir mensubu olarak “abi yine de giymek lazım. O ayakkabı sıkar mı, gözlük burnuma vurur mu” diye bir dudak büktüm. O deneyim sipariş vermeme yetmez diye düşündüm.
Ya da yapay zekayla donanımı parlatılmış bir buzdolabı senin haftada kaç yumurta yediğinin bilgisini toplayıp, ortalama tüketim verisinden bir kritik eşik belirliyor ve yumurta o eşiğin altına düşünce seni uyarıyor. “Abi yumurta bitti, koş git al marketten” diyor. Paraya kıyıp üst modelini alırsan ve köprünün diğer ucunda buna hazır bir tedarikçi de varsa, buzdolabı çevrim içi satış emri oluşturup, markete yumurta siparişini veriyor.
Özetle, olan biteni izleyip, sayıp bir ortalama, bir eğilim, bir örüntü belirleyip bunun olası sonuçlarını ve alınabilecek aksiyonları, verilebilecek kararları önüne getiriyor yapay zeka. Ne ekersen onu biçersin deriz ya. Yapay zeka fazlasını da veriyor desem yalan olmaz. Sen bilgiyi verdiğinde başlangıçta hayal etmediğin, yan verileri bile saklıyor senin için. Tabii senin sormayı akıl etmen lazım. “Ya acaba ben yumurtayı saat kaçta yiyorum” diye merak edip de sorsan, yani yapay zekaya sorsan, o an geldiğinde, yapay zeka “abi bir dakika” diyerek birikmiş veriden senin bu soruna cevap üretebiliyor.
Oldukça etkileyici değil mi? Sonra düşündüm. Bazen iş hayatında böyle uçan, kaçan sistemler getiriyorlar. Raporlamalar, araç takip sistemleri, üretim ya da lojistik uygulamaları. Birçok özellikleri var. Onların ne tecrübeler biriktirdikleri, bunları genelledikleri veya özel durumlara göre eğip büktükleri hayranlık uyandırıcı. Bunları nasıl uygulamaya döktükleri anlatılır gibi değil. O ufuk gerçekten dudak uçuklatıcı. Ama bize uygun değil diyorum. Çok gıcığım abi. Burun kıvırıyorum. Sen artifişıl intelicınssan ben de böyle bi “cins”ım diye sürüşüyorum EY AY’la. E değil çünkü… daha değil. Niye mi?
Bugüne kadar çok kullandığım bir söz var. Çalışma arkadaşlarım duymaktan fenalık geçirmiş olabilir. “Bir şeyin manueli yoksa, otomasyonu olmaz” derim. Aslında söylemek istediğim şudur. Sen eğer neyi aradığını bilmiyorsan, ya da neye bakman gerektiğini, neyin seni ileri götüreceğini, neye ihtiyacın olduğunu bilmiyorsan o uçan kaçan programlar belki sana gerçekten ihtiyacın olanı veremiyor. Çünkü senin, o programın default’undaki, yani varsayımlarla hazırlanmış temel versiyonundaki ışıklı tabelalardan gözlerin kamaşıyorsa, ihtiyacın olmayan şeylere de sarılabiliyorsun seni ileri götürsün diye. Sen önce kağıt kalemi eline al da bir yaz bakalım. Bir cümle de anlat haydi. Bana şu lazım. Bilmek istediğim aslında şu… Sistem analistleri de onu yapıyor. O kağıdı alıp programcıya veriyorlar. Ama asıl numara sende… de haberin yok.
Yani yapay zeka bir yana, temel zeka gerçekten ne istediğini, neye ihtiyacın olduğunu saptamakla ilgili. Bu da yardım beklediğin yapay zekanın bakacağı yerde gizli. Sende. Senin verilerinde. Geçmişinde, yaşadıklarında, hatalarında, başarılarında… Yapay zeka sana bu verilerin, bu örüntülerin yönelimine göre bir yol çizebilir. Sen hem bundan faydalanma kabiliyetine sahipsin… hem de bir delilik yapıp, bütün bunları reddederek bambaşka bir gerçeği, bambaşka bir geleceğe giden bilinmeyeni hayal edecek zekaya …
O zekayı kullanmadan yapay zekaya aşık olmak hiç zekice değil.