Eski Türk filmlerinde ana karakter işini bilen oportünist karakterin yanına gider. Bir iyiliğe ihtiyacı vardır. Durumu anlatır. Adam bıyığının altından hafifçe dudak bükerek o klasik repliği tekrarlar: “Hmm… Peki bu işten benim karım ne olacak?”
Yıllarca bilgi biriktirdim. Elbette insana bilgi gerek. Yalnız okuduğumuz kitaplar, aldığımız eğitimler, dinlediğimiz konferanslar, sohbetler değil, yaşadığımız herhangi bir tecrübe, şahit olduğumuz olaylar insanda bir bilgi birikimi yaratıyor. Öyle ki, eğer seçici olmazsak, bu bilgiyi tetkik, tasnif, tahakkuk üçlüsünden geçirmezsek iç dünyamızı her şeyin üst üste yığıldığı dev bir ambara çevirme riskimiz de var. Merak insanın gelişiminde en temel unsurlardan biri. Hep merak ettim; nasıl oluyor da oluyor, niye oluyor, ne vesileyle oluyor? Temel bilimler kitapları, tasavvuf, kişisel gelişim gibi bizden önce bir takım şeyleri tecrübe etmiş, yaşamış, üzerinde düşünmüş insanların yazdıkları metinler, bu konularda dinlediklerimiz, daha sonra da zevk etmeye, keşf etmeye başladığımız konular lezzetli bir şekilde kaynaşmaya başladı içimde bir yerde.
Sembolik öğretiler, bunların ne anlama geldiği hakkındaki keşifler, bir anda “tabi ya” dedirten anlamalar, biraz da bulmaca çözme zevkini tatmin etti sanki. Bunların çok önemli çabalar olduğunda şüphe yok. İnsanlık tarihi boyunca tüm kadim öğretiler bu şekilde yol aldırtmış kemalini arttırmaya çalışan insanlara.
Bir gün yine bunlar üzerinde düşünürken ve kendimce bir sembolün çeşitli öğretilerdeki farklı farklı biçimlerdeki karşılığını büyük bir hayret, sevinç ve hayranlıkla izlerken tam olarak şunu fark ettim. Bunları anlamak çok güzeldi. Bu temayla özdeşleştirdiğim o büyük insana şimdi daha da hayrandım. Bana neler neler öğretmişti! Ama bu benim ne işime yarayacaktı? Bir şeyleri bu sayede daha iyi yapıyor muydum, daha bilinçli yaşayabiliyor muydum? Benim hayatıma nereden dokunuyordu ki bu tema? Şu anda bu bilgi bana yaşantımı daha ustaca sürdürecek bilgeliği vermeyecekse, o büyük insana saygım sonsuzdu ama, yoluna aynen devam edebilirdi, bana neydi bu kadar olan bitenden? Tüm bunların şu anda karşılaşabileceğim bir duruma vereceğim tepkiyi artık sonsuza dek değiştirdiğini hissettim. Zaten daha çok hislerdi insana bildiren. Daha mutlu, varoluşla daha barışık, daha olgun olmanın tadı güzel bir çilek tadı gibi ağzımdaydı işte.
Herhangi bir öğreti karşıma çıkıp onunla çalışmaya başladığımda, yani bilgiler edindiğimde içimdeki o oportünist Türk filmi karakteri çıkıp dudak bükmeye başlamıştı artık; “Hmm… Peki bu işten benim kârım ne olacak?”