Kıyıya Vurmuş Kayıklar

Dila Bezmen
6 dakika
-+=

Kaybetmeli bazen de insan savaşları ama asla, asla vazgeçmemeli,

Denizin nefesi, kısırlaşmış toprağın kokusuna karıştıkça arzusu büyümeli,

Olduğu yerde kalmak imkânsız olmalı.

Gökyüzünün kokusu, zeytin dallarının arasından sızan güneşin yakışı, rüzgârın yanaklarını okşarcasına sevişi, hepsi onu hatırlatmalı.

Kilometreleri santim santim her gece sessizce aşmalı.

Etrafını saran kuraklığa inat kendinden vazgeçmemeli, savaşmalı, hayal kurmalı.


Denizin kenarında bir gün, hadi olsun o gün günlerden bugün, suyun üzerinde bir teknede sallanmaktasın. Dünya uyku halindeyken sen elinde bir çayla etrafının sessizliğine eşlik etmektesin, deniz en sakin hâlinde, kıpırtı bile yok yelkenlinin bedenine çarpan. Hafif puslu hava, arkasından gelecek sıcak temmuz gününün habercisi. Güneş tepelerin arkasından aheste doğmakta, yeni günün gelmek için acelesi yok, her şey tam bir uyum içinde ama sen, kendi varlığını adeta yok ederek etrafın düzenini bozmamaya çalışıyorsun. Nafile. İçin içine sığmıyor, ait olduğunu düşündüğün, denizin tuzlu suyu eskiden kalma yaraları acıtıyor ve kendini toprağa sığınmış buluyorsun. Tozlu bir patika çarpıyor uyanmakta olan gözlerine; sanki pek yürüyeni olmamış.

Hazırlandığın yola uygun olmayan ayakkabılarınla, başlıyorsun yürümeye. Kara tutuyor seni, sendeliyorsun. Zaten sen değil miydin kısa bir süre önce hayat dengesini kaybeden. Yaslandığın, güç aldığın her bir kaya tek tek elinin altından kayan, önce kavga eden sonra kabullenen. Her tutulmayan söz, gerçekleşmeyen hayal, hayatın kısalığını anladığın bu günlerde daha derin bir yerlerde yara açmaya başlamış. Kendinden yine vazgeçişin ise, tüm dengelerini sana kaybettirmiş.

Montaigne’i daha iyi anlamaya başlamışsın. Onu genç yaşta anlamak mümkün değildi zaten; önce denemeli sonra düşmeli, tekrar kalkmalı, yaralanmalı hatta vazgeçmeliydin. Ve o zaman “Denemeler”ini tekrar okunmalıydın. Montaigne’in “iç kale”lerini düşünerek yürümeye devam ediyorsun patikada tek başına.

O değil miydi, iç kale doğru inşa edilemediğinde dış dünyadaki dalgalanmalar karşısında savunmasız kalır diyen? En küçük bir kaos ortamında bile kendi yönünü bulamayıp, sürükleneceğini ve en nihayet dengeni kaybedeceğini anlatan. O herkesten uzak kulesinde, iç kalelerini nasıl da sağlam kurmuştu oysa, ya sen?

Bir dalga seni alıp karaya oturtmuştu, tıpkı uzakta gördüğün kayıklar gibi. Çorak toprağın ortasında duruyorlardı. Suyun yokluğunda umutsuzdular, dengelerini bulma ihtimalleri kalmamıştı. Beynindeki senler hiç susmadan ve tam da nereye doğru yürüdüğünü fark etmeden, devam ediyorsun tozlu yollarda. Az ileride sana gülümseyerek bakan yaşlı bir köylünün varlığı ile uyanıyorsun bir anda. “Günaydın” diyorsun, “Günaydın kızım” diyor içten bir sesle, hareketleri yavaşlamış artık, elleri toprak rengi, kuru ve sert. Yüzü yaşanmışlıkların çizgileriyle dolu. Ne çok kahkaha atmış diyorsun dudaklarının yanındaki ince çizgilere bakarak. Ve belli ki çok ağlamış; gözleri anlatıyor. Kahverengi bir pantolon ve biraz daha açık renk bir gömlek giymiş. Sanki olduğu yer artık o olmuş, oysa toprak.

“Biliyor musun” diyor, “Tâ en yukarıda bir kilise vardır; kimse bilmez orayı, çıkmaz oraya ama her kim çıkarsa ve merdivenleri geri geri inerse, en tepede tuttuğu tüm dilekler gerçek olurmuş ama çok uzaktır ve zordur yolu.” “Siz çıktınız mı?” diye soruyorsun. Gülümsüyor, gözleri yaşlanıyor “Çok eskiden çıkmıştım benim hanım ile”, diyor, susuyor. “Hangi yolu takip etmem lazım?” diyorsun, “Yolu yok ki..” diyor. Hayatta yürünmesi gereken bir yol var mıydı sanki, nasıl bir soruydu bu. “Kızma bu kadar kendine, düşünme artık” diyor. “Kalbini dinle kızım sen, o seni merdivenlere kadar götürür, oraya gelince işte zor olan başlıyor her adımda nefsini temizle, yukarı çıktığında ise dua et sonra aynı yolu geri geri yürü. Unutma güzellik onu arayana görünür.”

Yaşadığın Bin Bir Gece Masallarından çıkma o anın etkisiyle yürümeye devam ediyorsun. Kalbin seni uzaktan görünen kayıkların yanına götürüyor önce, kendini buluyorsun onların dengesizliklerinde, çoraklıklarında, kırılmış ve hırpalanmış her bir tahtanın dokunuşunda.

Küreğe dokunmak için eğilirken, ilerideki gölü fark ediyorsun ve ne kadar susadığını hissediyorsun. Hızla göle doğru harekete geçiyorsun, su buz gibi hem yüzmek hem içmek istiyorsun. Hava belki 40 derece olmuş ama suyun içine girdiğinde beyninin her bir hücresinin donduğunu hissediyorsun, o uyuşma hali seni mutlu ediyor ve düşünemez oluyorsun. Suyun içinden biraz ilerideki merdivenleri görüyorsun, kafanı kaldırıyorsun, sonra biraz daha, biraz daha ve nihayet o en tepedeki kiliseyi görüyorsun. Dizlerin titreyerek çıkabilir miyim diye düşünürken, Don Quijote gibi “Gücümü güçsüzlüğümden alıyorum” diye bağırıyorsun. Bu belki de kendine ilk meydan okuyuşun ve tırmanmaya başlıyorsun merdivenleri. Her adımda nefesin ve nefsin temizleniyor. Arada durup ağustos böceklerinin şarkısını dinliyorsun ve sonra devam, kilometrelerce merdiveni tek tek aşıyorsun. Güneş tepe noktasına ulaştığı anda sen de en tepe noktasına ulaşıyorsun yolculuğunun.

Yorgun ama gururlusun. Daha anlamlı geliyor her şey terler akan vücuduna o anda. Kafanı göğe doğru kaldırdığında, kayalara oyularak yapılmış eski unutulmuş o kiliseyi görüyorsun. Duvarların her biri fresklerle süslenmiş. Gözüne “Vaftiz” anını anlatan resim çarpıyor, temizlendiğini hissediyorsun. Zaman senin ve sadece senin, yeni başlangıçlar, iç kaleler, kendi varoluşun, dengen ve aşk için dua ederek tıpkı yaşlı köylünün söylediği gibi merdivenleri geri geri inmeye başlıyorsun. Gölün yanından geçip karaya vurmuş kayıklara vardığında gece olmuş. Milyonlarca yıldız aydınlatıyor dengesiz kayıkları, onların güzelliğinde kendi zamanını yürümeye devam ediyorsun. Aklında sadece kavuşmak var. Bir de aşk.  Gerçekten, çıkarsızca ve yürekten seversen bir kişiyi ve dokunabilirsen onun hayatına,  -evet evet sadece bir kişi bile yeter diye düşünüyorsun- işte o zaman hayatın kurtulmuş, yaşadığın hayat senin için anlamlı olur belki de.

Bazen karaya da vurmalı insan,

Denizsiz kalmış kayık misali, dengesini yitirmeli hayat.

Ait olmadığı o toprak, kavurmalı susuz kalmış bedenini, alev alev…

Özlem duymalı, hayal kurmalı, savaşmalı,

Tekrar kavuşma anını beklemeli.

Açlıktan kıvranmalı, kıskanmalı, hırslanmalı

Her bir duygu damlasını doyasıya içine çekmeli;

Kavuşamamanın acısını, yaşayamamanın telaşını, savaşın öfkesini, en çok da, o aşka sahip olamamanın çaresizliğini.

Her bir duygu içinde tek tek akmalı, sonra birleşmeli, coşmalı…

Esaretlerinden şimdi kurtulmuş bir çılgın gibi geri dönmeli.

Dolu dolu yaşama arzusu ile uyanmalı cılız ve aciz kalmış bedeni,

Tekrar hayat bulmalı.


Kaybetmeli bazen de insan savaşları ama asla, asla vazgeçmemeli,

Denizin nefesi, kısırlaşmış toprağın kokusuna karıştıkça arzusu büyümeli,

Olduğu yerde kalmak imkânsız olmalı.

Gökyüzünün kokusu, zeytin dallarının arasından sızan güneşin yakışı, rüzgârın yanaklarını okşarcasına sevişi, hepsi onu hatırlatmalı.

Kilometreleri santim santim her gece sessizce aşmalı.

Etrafını saran kuraklığa inat kendinden vazgeçmemeli, savaşmalı, hayal kurmalı.


Bazen karaya da vurmalı insan,

Sadece anın değerine varsın diye veya her gelişin bir gidişi olduğunu hatırlasın,

Her gecenin bir gündüzü ama her gündüzün de mutlak bir sonu olduğunu bilsin diye,

Ya da belki de sadece bir sonraki kavuşmanın ümidi ile dolsun diye.

Ve bir gün, hayal olan beden bulduğunda,

Kısa bir şaşkınlığın ve belki de telaşın ardından

Derin bir nefes alsın ve

Ait olduğu yere kavuşmanın haklı hazzını yavaş yavaş içine çeksin diye…

6 Yorum

Zehra Yilmax 31 Temmuz 2023 - 17:25

Kalemine saglik , Cok etkileyici .

Cevapla
Ayse Duran 31 Temmuz 2023 - 23:25

Çok etkileyici. Okurken hep gözümün önünde masum gülümseyişin geldi. Yüregine, kalemine saglık.

Cevapla
Aytekin Rumibeyoglu 3 Ağustos 2023 - 07:11

Düşünce devreye girmediğin de neysen osun.Gecmiş, travmalar vs. şu an hayatla beraber akmayı engelliyor. Hep nefisten bahsediliyor ama kimdir, nedir, nasıl terbiye edilir diyen yok🤤
Yazınızı da çok beğendim…

Cevapla
Elif Solakoğulları 4 Ağustos 2023 - 16:37

Çok hoş bir yazı. Belki de ” parçanın bütüne olan iştiyâkı ” yazdığınız gibi ” ânın değerini bilmekte saklı”.. Kaleminize bin bereket.

Cevapla
Henryk 5 Ağustos 2023 - 07:36

Sabah sabah ilaç gibi geldi Dila 🥰🥰

Cevapla
Feruza 5 Ağustos 2023 - 09:16

Dolu dolu yaşama arzusu ile uyanmalı Ben her gun sabah kendima oyla zoyliyorim ,harika gercekden harika ,

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam