Hikâyenin Hikâyesi

Melike Türkân Bağlı
4 dakika
-+=

İlk sefer yaşadığımdan emin olduğum bir duygunun hikâyesini anlatacağım şimdi; can evime batıp çıkmış bir çubuğun ucunda parlayan ince bir hissi…

***

Güz döneminde, dersteyiz. İlk defa verdiğim bu derste dönem ortasını bulmuş durumdayız. Sıra eğitim görüşlerine gelmiş. Konu, idealizm. Felsefenin içine girmek zorunda olduğum, dikkatli ve hassas davranmam gereken bir noktadayım. Platon’un o eflatun rengine gülümsemeye hazırım ama neticede koskoca Platon: Büyük bir okyanusun kıyısındayız. Çıplak ayaklarımızla usul usul, ufak ufak suya giriyoruz. Birkaç açıklama, minik bir-iki soru derken, öğrencilerden biri şöyle bir şey diyor: “Devlet’i ikinci defa okuduğumda başka türlü düşünmüştüm.” Şimdi “burada” durmam gerekecek çünkü ben Devlet’i birinci defa dahi okumuş değilim. “Orada” ise besbelli ki farklı bir merak, emek ve arkada birçok soru ve sorgulama var. Âni bir kararla öğrencime dönüp haftaya kısa bir sunumla sınıfa idealizmi anlatıp anlatamayacağını soruyorum. Öğrencilere sunum ödevi verdiğim bir ders değil; bunu hâricî bir şey olarak kabul edeceğim. Olur, diyor.

Haftaya dersin sonuna doğru kürsüyü ona bırakıyorum. Sunumu bilgisayara yüklüyor, projeksiyonu açıyor, perdeleri kapatıyor, sınıfı karanlık hale getiriyoruz. Bir resimle başlıyor – düşünce tarihini anlatmanın belki de en güzel yolu olan resim: Atina Okulu. Tamam, diyorum; bu nefis ve zekice bir başlangıç, bundan sonrası gelir. Ders, amacına ulaşıyor: Öğrenciler konunun içinde, merak ve ilgi düzeyi yüksek, anlatılanlar sağlam ve gerekçeli. Ders bitiyor. Memnunum. Teşekkür ediyorum, çıkıyoruz.

***

Aradan bir-iki ay geçiyor. Dönem bitmiş, finaller sona ermiş; araya çıkıp biraz nefes alacağız, yeni döneme hazırlanacağız.

Bir gün Instagram’dan bir bildirim: Birisi takip isteği göndermiş: İdealizm sunumunu yapan öğrencim. İsteği kabul etmemin, benim de onu takibe almamın ve bir-iki yazışmanın arkasından sonra oluyor bu anlatacaklarım.

Bir gece Instagram’da gezinirken bu öğrencimin profilindeyim. Oluşturduğu hikâye sekmelerine tek tek giriyorum. Bu, günümüzün birbirimiz hakkında bir tür fikir edinme şekli değil mi… Vakit gece yarısı; uzanmış, sırayla, öylesine hikâyelere bakıyorum: Burada çizimler, burada başka bir kategoride yine çizimler, fotoğraflardan insan yüzleri, kolaj gibi; zaten bu bir çizim sayfası, söylemişti derste, çizim yapıyorum demişti, hemşire olarak çalıştığı hastanede çizimleri astığı bir pano yapmış, evet, ama bunlar çok güzel, nasıl çiziyor böyle, müthiş!… -Bunu ilk yazıştığımızda da söylemiştim, çok şaşırmıştım çünkü.- Sonra başka sekmeler de var. Aaa bir kuş, çok tatlı, kendi kuşuymuş; bazı videolar… Gülümsüyorum. Derken, kendi resmini koyduğu siyah-beyaz fotoğraflı bir paylaşım. Bir köşede saat çıkartması var. Gece yarısı 03:47 mi, böyle bir şey yazıyor. Öteki köşeye bir yazı yazmış. Şu ara çizim yapamıyorum diyor, çünkü başka “lezzetli” işlerle meşgulüm, demiş. “Koynumda gezdirdiğim kitabım sayesinde” diyor, bir hocadan bahsediyor, “müfredat hocalarının aksine” bir yaklaşımı olan bir hoca gibi bir şey demiş, “şahsıma verilen bir ödev” diye yazmış. Fotoğrafta elinde kameraya doğru tuttuğu kitabı görüyorum, tersinden “Devlet” yazıyor. “Nöbetler, yorgunluk ve uykusuzluk var ama”, diyor, “helâli hoş olsun…”

Uzandığım yerden aniden kalkmış olmalıyım. Bundan sonra aklımda kalanlar dikey sahneler çünkü -salondan koridora çıkışım, aynadaki yüzüm, kızarmış parlak gözlerim. Paylaşımdaki saat etiketine tekrar mahcubiyetle bakıyorum. Yazıları yeniden okuyorum: Benim bir ağızda isteyiverdiğim ödev için, gece nöbetlerinin arasından yaptığı manevrayı, aldığı “viraj”ı ama bu arada da yaşadığı zevki anlatıyor. Siyah-beyaz fotoğrafta yer alan yüzündeki gülümseme belki yorgunluğunu gizliyor ya da gülümsüyorsa da yorgun, yorgunsa da gülümsüyor…

Savruluyorum.

Aynı anda hem tatlı hem acı hem ekşi bir şey yemiş gibiyim.

Aynı anda çeşit çeşit çiçeğin kokusunu duyuyor gibiyim: Genzimi yakanlar, zevkten başımı döndürenler, içimi açanlar, öksürtenler…

Aynı anda bütün renkleri görmüş gibiyim: Parlak sarılar, hüzünlü bejler, pastel turuncular, haykıran kırmızılar, utangaç morlar, gösterişli lacivertler, koyu yeşiller…

Ağzımdan bir çırpıda çıkıveren birkaç kelimelik basit bir cümlenin yol açtığı şey karşısında darmadağınım.

Hayatta mâruz bırakıldığımız pozisyonlardan bize düşen hisselerden bir hisse. Bu gece, gökyüzünden pırıltılarla aşağı süzülen yıldızların altında, sebepsiz bir sürpriz kutlamanın ortasında kalakalmış şaşkın ve hafif mütebessim bir çocuk gibiyim.

Hatırı sayılır bir zahmete mâl olan isteğini tatlı bir nükteyle bir mutluluk vesilesine dönüştüren ve hak etmediği halde bu mutluluktan kendisine de büyük bir pay düşüren ikramsever kozmik formül karşısında hayranlık, minnettarlık ve hiçbir şekilde ifade edemeyeceğim bir şükran duygusu içindeyim.

Bunların anlatması imkânsız karışımında çalkalanıyorum.

Kalbimde, şükrederek yere çöküp ağlayan bir insancık görüyorum: O benmişim.

O, benmişim…

2 Yorum

bircan bilgi 25 Temmuz 2023 - 16:15

Aynı anda çeşit çeşit çiçeğin kokusunu duyuyor gibiyim: Genzimi yakanlar, zevkten başımı döndürenler, içimi açanlar, öksürtenler…

Aynı anda bütün renkleri görmüş gibiyim: Parlak sarılar, hüzünlü bejler, pastel turuncular, haykıran kırmızılar, utangaç morlar, gösterişli lacivertler, koyu yeşiller…

ne müthiş bir anlatım…bugün benzerini farklı duygularla yaşadığım hisleri siz çok cok güzel dile getirmişşiniz,gönlünüze yüreğinize sağlık…

Cevapla
Bilge Eren 1 Ağustos 2023 - 08:03

Sesinden dinlemek bu hikayeyi harikaydı Melikecim , buradan okumakda çok güzel hikayede hikayecide anlatımında ruhumu dinlendirdi ümitlendim …..
İyiki varsınız iyiki ……..

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam