On Beş Dakika

Emine Ebru Arslan
5 dakika
-+=

Şehir hayatının, öncelikleri belirleyen ve insanı içine alan, girdap tadında bir ritmi vardır. Merkeze işimizi koyarız, geri kalan yaşantımızı da etrafına öreriz. Aslında sokakta rastgele çevireceğimiz her on kişiden belki en az sekizi, kendiyle özdeşleştiremediği, gerçek bir anlam katamadığı bir işi hasbelkader icra etmekle meşgul olduğunu itiraf edecektir. Yalnızca ekmek parası için çoğu zaman özensizce, öylesine yapageldiğimiz işler… Bu da içten içe bir tatsızlığın temel kaynağıdır hayatımızda.

İkinci sırada, çoğumuz için yolda geçen süreler gelir. İstanbul gibi bir metropolde evimiz ile işimiz hatırı sayılır derecede yakın değilse, trafiği olmazsa olmaz bir meşguliyet kalemi olarak dikkate alırız. Günde en iyi ihtimalle dokuz saati işte, iki saati yolda geçiriyor ve uykuya da makul bir zamanı ayırmak zorunda hissediyorsak, elimizde geriye 5-6 saatten fazla kalmamış demektir. Okumak istediklerimizi, yapmak istediklerimizi, görüşmek ve görmek istediğimiz diğer herkesi ve herşeyi, gelecekte hiç gelmeyen tatillere saklarız. Geçmiş olsun, yılda en az 240 günü bu şekilde tükettik. 

Ama bu kısıtlı ve kıymetli saatlerin arasında ekrana bakmayı hiç ihmal etmeyiz. İşte, yolda, evde, kafede, bir yerde beklerken, komşu ile hasbihal ederken… Akıllı telefonların miladı yalnızca son 15 yıla dayansa da etimizle, kemiğimizle dijitalleşmeye sahip çıktık. Çevrimiçi olmak artık yemek, içmek kadar varoluşsal bir yere oturdu hayatımızda. 

We Are Social ve Hootsuite ortaklığında düzenli olarak yayınlanan Dijital 2022 Küresel Genel Bakış Raporu’na[1] göre 85 milyon kayıtlı nüfusumuzun 70 milyonu çevrimiçi. Milletçe günde ortalama 3 saatimizi sosyal medyada geçiriyoruz. Türkiye dünyanın en yavaş 4. internetini kullanmasına rağmen tüm dünyada sosyal medyayı en aktif kullanan 6. ülke konumunda. 2022 yılı başı itibariyle tüm dünyada Instagram’ı en aktif kullanan ülke yine Türkiye. Ne diyelim, hayatımızın kaydını Insta’da tutmayı sevmişiz bir kere. Yanısıra tüm dünyada en çok video oyunu oynayan 7. ülkeyiz. İnternetten en çok alışveriş yapan 6. ülkeyiz.  Kripto para satın almayı seviyoruz. Dünyada en çok kripto para satın alan ülke olduk, yaşasın! Netflix gibi internet  kanalları kullanımında yine en başlardayız. Ne diyelim dijital adaptasyonu yüksek bir milletiz vesselam.

Hayalini kurduğumuz hayatlara sahip olamasak da, olduğunu sandıklarımızı seyretmenin ya da o mecrada başka bir kimliğe bürünmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyoruz ekranda. Bu da bir nevi gerçeklerden kaçmanın ya da günlük rutinlerin ağırlığından sıyrılmanın bir yolu işte. Diğer taraftan ekrana ayırdığımız saatlerin faydalı ve anlamlı uğraşlara dönüşmediğini, boşa geçen zaman olduğunu, zihnimizin arkasında bir yerler bizi gıdıkladıkça hatırlıyoruz. Zaman bankamızda ne kadar kaldığını bilmediğimiz bakiyenin, önemli bir kısmını boşa savuruyor olmaktan dolayı da vicdan muhasebesi yapmıyor değiliz.

Dijital adaptasyonu modernlikle eş tutanlar için bu istatistikler sevindirici görünebilir ama aslında haberler kötü.  Zamanı çoğunlukla boşa savurmanın getirdiği boşluk duygusunu kenara bırakacak olursak dijital deformasyonu da yine en çok yaşayan ülke olabiliriz. Dikkat sürelerimizdeki düşüş, zaten dünyada en acınası kitap okuma oranlarına sahip ülke olarak yerimizi daha da pekiştirmemiz, yeni bir şey öğrenmede dünyada sondan ikinci olmamız[2], tüm bu verilerle birlikte okunduğunda sorun kendini daha net gösteriyor. Bebeklerimizin eline telefonu verdiğimizde yaşadığı hipnotik etkiyle, ağzına tıkıştırdığımız yemeklerle gıdasını verdik diye gönül ferahlığı yaşarken, diğer taraftan sormayı, sorgulamayı, okumayı, öğrenmeyi öğretemediğimiz için zihinsel gıdalarını eksik bıraktığımız çocuklarımız da sisteme yeni neferler olarak giriyorlar. 

Peki bu kısır döngüyü nasıl kıracağız? Bu yazının sonu hayatın tadını çıkarmak için gidip bir Ege kasabasında kendinize pansiyon açın ya da bağınızı, bostanınızı ekin, kendinizi doğaya karıştırın türünden romantik ancak gerçekleşmesi pek az kişiye nasip olacak türden ilhamlara bağlanmamalı. Ya da en basitinden ekran detoksu, sistemli yavaşlama ya da bilinçli farkındalık egzersizleri de sunmamalı. Bilakis, yaşamı olduğu yerde ve mevcut şartların içinde daha kaliteli hale getirmenin bir yolu olabilir mi? Daha az boşa geçen zamana sahip olmanın, daha anlamlı bir şeyler yapmaya başlamamızın bir yolu yok mu?

Hayatı kökünden değiştirmeye çalışmak yerine küçük fakat istikrarlı adımların dönüşümü getirmesine yol açalım. Başlangıçta günde yalnızca 15 dakika ile. Evet, işe sadece 15 dakika ile başlasak ve hayatımızda bir fark yaratsak. 

Günde ortalama 3 saat ayırdığımız sosyal medyadan yalnızca 15 dakikayı kenara ayıramamak hiçbir özürü kaldırmayacaktır. Günde 15 dakika ile belki dünyayı değiştiremeyiz ama farklı, öğretici, şifalı ve hatta ruhu besleyici bir şeyler katabiliriz dünyamıza.

Bir yerinden okumaya başlayabiliriz. Elimize bir kitap alıp günde yalnızca 15 dakika okuyabiliriz. Varsın kitap beş ayda bitsin, kime ne? Biz bırakmayalım yeter ki.

“İngilizce’yi anlıyorum ama bir türlü konuşamıyorum”cular kulübünün üyelerinin, hep başka bahara erteledikleri kurs planları vardır. Geleceğin ne zaman olacağı belli olmayan kursları yerine bugünün yalnızca 15 dakikası ile o paslar çözülür. Hatta yeni bir dile bile başlayabiliriz.

Bir enstrüman öğrenmeye çalışabiliriz. Bu işe hayatını vermiş virtüözlerin anlayışına sığınarak en sonunda birkaç melodiyi icra edebilsek bile ne mutlu bize.

Dikiş nakış gibi bir el işi yapabiliriz. Bugüne kadar tığ ile şiş ile bir işimiz olmamış dahi olsa, kışın başlayacağımız kazağın bir sonraki kışa daha bitmemiş olacağını bile bile… Ne gam, biz örmeye devam edelim yeter ki…

On beş dakikamız varsa vücut hareketleri yapabiliriz. Hatta ben şahsen bel rahatsızlığım için gittiğim doktorun binbir emekle gösterdiği ve yetmeyip elime tariflerini tutuşturduğu kağıttaki o hareketleri yapabilirim. Yeteri kadar istikrarlı olursam belki duruş bozukluğum bile geçer.

Ya da yürüyüşe başlayabiliriz. Tempolu bir yürüyüş 15 dakikada 1.5 kilometre eder yani 2000 adıma yakın. Sağlık için uzmanların önerdiği 10,000 adıma daha çok kalsa da düzenli devam edersek kendi içinde spor sayılır.

Kapısını pek kimsenin açmadığı, bizim de pek isteyip hayatın koşturmacası içinde “vakit bulamadığımız” yaşlı komşularımızın kapısını çalabiliriz. Ya da ihtiyacı olan birisi için bir şey yapmanın yaratıcı bir yolunu ararız. Zaten kişisel mutluluğun başkalarına fayda yaratmak ile ilişkisini ortaya koymuş bunca çalışma varken…

Seçenekleri sınırsızca çoğaltmak mümkün. Hepimizin kendi ihtiyacımız dahilinde hayatımıza neşe, şifa, gıda katacak bir seçeneği mutlaka vardır.  İddiaya hiç gerek yok. Günde sadece onbeş dakika. Ama hiçbir koşulda bırakmamacasına. Burada sihirli kelime istikrar.


[1] https://wearesocial.com/uk/blog/2022/01/digital-2022-another-year-of-bumper-growth-2/

[2] https://news.gallup.com/interactives/248240/global-emotions.aspx

2 Yorum

Lütfiye Batum 3 Mayıs 2023 - 16:57

Gerçekler …maalesef…hayatımı hep çalışarak geçiren biri olarak ve halen faydalı olmayı görev edinmiş biri olarak yazdıklarınıza yürekten katılıyorum….bilhassa gençlerimizin bilinçlenmesi dileği ile sevgiler❤️

Cevapla
BİLGE EREN 4 Mayıs 2023 - 09:00

Ev hanımı kimliğiyle tanımlanıp hanım olamasamda aktif çalışma hayatım olmasada elimden gelenin fazlasına çabalayarak hizmete çabalıyorum … sizin gşbi bilinçli gençleri tanımak şerefine eriştiğim için çok mutluyum sizlerin yazılarını kıymetli görüşlerinizi okumak ve öğrenmek için HER NEFES i takip ediyorum iyiki varsınız … sizleri çok seviyorum

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam