Ahmed Gazzâlî’nin aşk tanımı ile başlayayım yazıma: Aşk, birbirinden ayrı olan iki varlığı bir araya getirmek vazîfesiyle oluşan çekim kuvvetinin adıdır. Dolayısıyla, bu iki varlık arasındaki mesâfe ne kadar fazla ise aşk da o ölçüde ziyâdeleşmiş oluyor.
Evet, aşk deyince örnekler âşık olanların sayısı adedince; ancak ben, Yûsuf ile Züleyhâ’nın gözlüğünden konuya yaklaşmak istedim. Ne de olsa Kur’ân’da kıssaların en güzeli olarak geçiyor. Onu bu kadar güzel yapan nedir? sorusu ile berâber, okuduklarımı ve gönlümde olanları yazıya dökmek istedim.
Kıssa çoğumuzun mâlumu, ancak bilmeyenler ya da tekrar göz atmak isteyenler için çok kısaca özetleyeyim:
Hz. Yûsuf, Hz. Yakûb’un oğlu, dünyâ güzeli bir çocuktur. Mânâda bir haberci rüyâ görür, diğer on iki kardeşi tarafından zâten kıskanılmakta olan Yûsuf, rüyâsı kardeşleri arasında duyulunca daha da kıskanılır ve kardeşleri tarafından kuyuya atılır. Bir süre kuyuda kalan Yûsuf, civardan geçmekte olan kervancıların su ihtiyacı vesilesiyle fark edilir; kuyudan kurtarılır ve köle olarak satılır. Züleyhâ’nın eşi olan Mısır azîzi, onu satın alır. Ancak Züleyhâ, Yûsuf’un güzelliği karşısında duramaz ve ona âşık olur. Nefsine yenik düşünce yakınlaşmak ister; ancak Yusûf, rabbinden gelen işâreti görüp kaçarken, Mısır azîzi ile kapıda karşılaşırlar. Sonuç olarak, Yûsuf suçsuz yere hapse atılır ve uzun yıllar hapiste kalır. Yıllar sonra yaptığı rüyâ tâbirleri vesîlesiyle kralın vezîri olur. Bu süre zarfında, Züleyhâ eşini kaybeder, çirkinleşir, fakirleşir ve Yûsuf’un aşkıyla ağlamaktan gözlerini de kaybeder. Kısaca Yûsuf’un aşkından başka her şeyini kaybetmiştir.
Bu sırada, kıtlık sebebiyle Mısır’a buğday almak için gelen kardeşleri ile barışırlar. Ağlamaktan gözleri kör olan babası Hz. Yakûb ile de kavuşurlar ve kıssanın sonunda Hz. Yakûb’un gözleri açılır.
Züleyhâ, Kur’an’daki hikâyede Mısır azîzinin eşi ve Yûsuf’a âşık olan kadın olarak geçer; Züleyhâ ismi ile anılmaz, hikâyenin devamına da değinilmemiştir. Ancak, kıssanın bâtınî yorumlarında ve edebiyatta hikâyenin içsel mânâsına ve kavuşma yorumlarına denk geliyoruz.
İbn Atâ’nın sûrenin verdiği gönül ferahlığı ile ilgili şu yorumunu görüyoruz:
Gam ve keder içinde olan herhangi bir kimse, Yûsuf’un sûresini işitince mutlaka rahatlar.
Aynü’l-Kudât Hemedânî ise bir mektubunda;
Sûrenin başında Cenâb-ı Hakk’a giden yolun başlangıcına, bitiminde de bu yolun sonuna işâret edilir; bu sebeple sûrelerin en güzelidir denir demiştir.
Başka bir mektubunda, bu sûreyi anlayabilmek için bir kıstas koyduğunu görüyoruz. Sûre, tam mânâsıyla anlaşılmak için, nereye baksa mâşukunu gören Züleyhâ ve Mecnûn gibi bir aşık ister. Şöyle demiştir:
Bu sûrenin içindeki hikmeti anlayabilmek için, Züleyhâ sıfatlı ve Mecnûn lakâplı olmak gerektir; gaflet ehlinin bu kıssadan haberi olamaz.
Öyle ise, aşk ile yolu kesişenlere özeldir bu kıssa. Yol zorludur, ancak devâsı da içindedir. İnsânlık makâmına varmak ise bu aşkın hediyesidir.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’de bu sûre ile ilgili yorumunu şöyle aktarır:
Yûsuf’un hikâyesi öyle bir hikâyedir ki, başı ülfet ve ünsiyet; ortası iştiyak ve hicret, sonu ismeti müştemil, rahmet ve mağfirettir.
Kur’ân yorumlarında bu sûrenin, insânın esrârını yani insân olmak için gerekli sırları barındığı açıklanır. Denir ki; Hz. Yâkub insânın rûhunu, Hz. Yûsuf insânın gönlünü, Züleyhâ ise nefsi temsil eder. Züleyhâ nefsi temsil ederken, gönül makâmına varmak istemektedir, ancak dünyâ ile evlidir. Güzellik, güç-kudret hepsine sahiptir. Ancak, aşk gelir ve Züleyhâ her şeyini kaybeder. Önce itibârını, sonra servetini, sonra gözlerini… ama bir şeyi gün be gün artmaktadır; aşkı. Yûnus Emre’nin Aşk gelince cümle eksikler biter dediği gibi, dünyevî her şeyini kaybetmiştir ama Yûsuf’u vardır; öyleyse her şeyi vardır.
Kenân Rifâî hazretlerinin dediği gibi; Aşk imâr etmek için vîrân etmiş, Züleyhâ’nın yaşadığı yokluk hâli onun terbiyesine vesîle olmuş, yoklukta varlığı idrâk etmiştir.
Züleyhâ, sadece yokluk yaşamamış, yaşadıklarını Mısır’da öğrenmeyen kalmamış ve ciddi bir itibar kaybı, diyebiliriz ki zillet hâli yaşamıştır. Okuduğum bir yorum ise bu zillet hâlinin, izzet sâhibi olmak için yaşanması gerektiğinden bahsediyordu. Öyle değil midir zaten? Her şey zıttıyla açığa çıkar. Talep ettiğimiz her ne ise onun tersi ile sınava gireriz, eğer geçebilirsek talebimiz bize hediye olunur.
Kıssada tek sınanan sadece Züleyhâ değildir elbette. Yûsuf da önce kardeşleri ile, daha sonra Züleyhâ ile sınanır ve sınavın sonucu olarak, senelerce süren zindan cezâsı ile sınanırken, Hz. Yakûb oğlunun yokluğu ve hasretiyle, Yûsuf’un kardeşleri ise kıskançlıkları ile sınava tâbî tutulmuşlardır.
Yûsuf da suçsuz yere hapse girmiş, küçük düşmüş ve zindanda zorluklar yaşamıştır. Bundaki hikmetle ilgili Maybûdî’nin şöyle bir yorumu var:
Ezelde Yûsuf’un Mısır’a kral olması emrimiz ve hükmümüzdü. Önce kölelikle ona küçük düşürülmeyi gösterdik ki, köle ve tutsakların pişmanlıklarından haberdâr olsun. Onu zindana atılmakla denedik ki, mahkûmların çektiği üzüntü ve ateşin farkında olsun. Onu sürgüne gönderilmenin kederine saldık ki, sürgündekilerin çâresizliğinden gâfil olmasın.
Peygamber dahî olsa, sahip olduğu hasletlerle sınanmış, sınav sonunda Mısır’a sultân olmuştur.
Anlatılan birçok rivâyette Züleyhâ’nın Yûsuf’a kavuştuğu söylenir. Her şeyini kaybeden Züleyhâ, Yûsuf’un sevgisi ile inanç kalıplarını değiştirmiş, puta tapma inancından, Allah inancına dönmüştür. Allah ise onun yıllardır ettiği duasını kabul etmiş, evliliklerinin yolunu açmıştır. Gönlündeki aşkının büyüklüğüne delîl şöyle bir hikâye anlatılır:
Züleyhâ, acûze hâliyle Yûsuf’u görmek için yol kenarında beklerken onunla karşılaşırlar. Yûsuf, Züleyhâ’nın sürûrundan eser kalmadığını görür ve Züleyhâ’ya her şeyinin nereye gittiğini sorar. Züleyhâ da onun uğruna yitirdiğini söyler. Bu sefer, onun aşkını merak eder ve aşkına ne olduğunu sorar Yûsuf; ilk zamandaki gibi olduğunu, bir zerre olsun eksilmediğini söyler Züleyhâ. Yûsuf, Züleyhâ’dan bu sözüne kanıt ister ve atı üzerindeyken kırbacının ucu Züleyhâ’ya değer. Züleyhâ derin bir Âh! çeker, kırbaç alev alır. Kırbacın sıcaklığından eli yanan Yûsuf, kırbacı elinden atar. Züleyhâ’nın ise şu sözleri söylediği nakledilir:
Ey tâkatsiz! Ben kırk yıldır bu ateşi içimde taşıyorum, onunla yanıyorum. Bu ateşten bir an bile korkmadım! Sen ise bu ateşe bir an bile dayanamadın!
Züleyhâ’nın bu acziyet içerisindeki aşk ateşi âyan olunca, Allah’ın rahmetinin kabardığı ve Yûsuf’a Züleyhâ ile evlenmek üzere emir verdiği aktarılır. Bununla berâber, Züleyhâ eski alımlı ve güzel hâline de kavuşur.
Bu sûrenin kıssaların en güzeli olarak anılmasından nâçizâne benim anladığım, insânlık makâmına giden yolda hatâsız olmak değil de aşkla gelen coşkunlukları edep çerçevesinde ele alabildikten sonra, o aşkın bizi insân olma makâmına ulaştırması oldu.
En başta naklettiğimiz sûrenin gönül ferahlattığı yorumunu hem maddî hem de mânevî anlamda alalım bu nakille:
Gönlü aşk ateşiyle yananlar için yüce Allah’ın, Peygamber Efendimize şöyle söylediği iletilir:
Aşk ateşine tutulanlar huzûruna gelip de hâllerinden dert yanarlar ise onlara Yûsuf sûresini oku ve şöyle de: “Nasıl ki maksûduna eremeyen Züleyhâ’yı murâdına erdirdik, sizi de merâmınıza ulaştırırız.”
Aşkın ateşi ile hicrân çölüne düşüp aslını arayanlar içindir bu kıssa. Aslını bulanlar, insânlık makâmına ulaşanlardır.