Hep Daha İleri

Yıldız Çetintaş
7 dakika
-+=

İçine doğduğumuz kültürel ortam, yaşamımızı şekillendiren kavramlarla çevrelenmiştir. Bu kavramların içinin nasıl doldurulduğu, en genel ifâdeyle dünya görüşümüzü biçimlendirir. Düşünce kalıplarımızı oluşturan kavramları yeniden inşâ edebilmek, dünyayı değil ama, onu görme biçimimizi kökten değişime uğratır.

İlerleme fikri, modern dünyanın en temel argümanlarından biri olsa gerek. Bu kavram, insanın bulunduğu durumdan daha yüksek ve daha iyi bir duruma geçişini ifâde eder. Gelişme fikri çoğunlukla, yukarı doğru devam eden bir hareket olarak düşünülür. Aynı sebeple istikbâl de genelde göklerde aranmıştır. Günümüzde hâlâ uzayla ilgili tüm çalışmalar, geleceği yakalamanın ve gelişmenin bir göstergesi olarak kabul görmeye devam etmektedir.

Tarih Fikri kitabının yazarı R.G. Collingwood, “ilerleme fikri, kötünün yerine iyinin konulması değil, iyinin yerine daha iyinin konulmasıdır” diyor. Kötünün yerine iyinin konulması, ihtiyacı giderir ve bir sonraki adımı atmaz. Oysa iyinin yerine daha iyiyi koymak ve bir sonraki adımın daha iyi olmasını sağlamak, bir süreklilik yani zamansallık yaratır. Bugün dünden daha iyidir, yarın bugünden de iyi olacaktır. Gelişme kavramı işte bu ilerlemeye bağlıdır. “Böylece zamanın ilerlemesi, bizim için hazırlanan ‘daha ileri olan’a yaklaşmak anlamına gelir. Zaman ileri doğru haraket ederken, konulan hedef her ne ise (sınıfsız bir toplum, ekonomik refah, daha adil bir yaşam vs.) bizim de ona yaklaştığımız kabul edilir. Oysa bu anlamların hepsini geleceğe biz yükleriz. Bizim tarih ve zaman  kavramlarının içini nasıl doldurduğumuz, onlara bakışımızı şekillendirmektedir.  Hatta bu kavramlar vasıtası ile dünya görüşümüz inşâ edilir.

Bu bakışta, daha iyinin bir sınırı yoktur ve insan sonsuz bir hedefle karşı karşıya kalmaktadır. Eldekiler asla yeterli gelmez. Zira daha iyi, hep bir sonraki zamanda saklıdır. O yüzden bugün, yarını hazırlamalıdır. Yoksa geri ve eksik kalırız.Sahip olduklarımız ve içinde yaşadığımız an, bu bağlamda mutlu/tamam/güçlü/iyi olabilmek için hep yetersiz kalacaktır. Zamanın bir sonu yoksa ulaşılacak ‘daha iyi’nin de bir sonu olmayacaktır. Modern insanın mükemmeliyetçiliğini ve kusursuzluğa olan düşkünlüğünü bu yaklaşımın bir yansıması olarak görmek mümkündür.

Kökleri Rönesans’a uzanan bu kavram bize, bugünün dünden, yarının ise bugünden daha iyi olduğunu söyler. Aydınlanma ile gelen pek çok teknik gelişmenin sadece madde üzerinde değil, insan ve toplum yapısını da geliştirdiğini kabul edilir. Bilimsel ve teknik anlamda evrilen devletlerin, buna paralel olarak hukuk, demokrasi, kurumlar, gelenekler gibi alanları da kapsadığı kabul edilir. Burada gelişme, tek bir medeniyetin prensiplerine indirgenmiş durumdadır. O da ilerlemeci yaklaşımın doğduğu topraklar olan Avrupa kıtasıdır. Buranın dışında dünyanın geri kalanı ilginç, otantik, izlenmeye değer olsa da gelişmiş kabul edilmez. Avusturalya’da ormanda ilerleyerek bizlere yerli halkı tanıtacak olan muhabir, medeniyetten çok uzak bu balta girmemiş ormanlarda… diye söze başladığında, medeniyetin bir tane ve ona uzak olanın da ilkel olduğunun, farkında olarak ya da olmayarak altını çizmektedir. Ormana girmesi beklenen baltanın görevi, bu karmaşık yeşilliği insanın kontrolüne ve hizmetine sokabilmesidir.

Bugün, modern insanın zihnini şekillendiren ve değerlerinin oluşmasında önemli bir yeri olan bu yaklaşım ilerlemeci tarih görüşü adı ile anılmaktadır. İlerlemeci bakışın getirdiği bir sonuç olarak gelecek iyi ve umut dolu iken, geçmiş eski ve geride kalmış olandır. Yeni ve eskiye yüklediğimiz bu anlamlarla yapılan tüm okumalar da doğal olarak bu gözlüklerin kontrolünde olacaktır.

Ulaşılmak istenen hedefin düz bir çizgi gibi ilerleyen zamanın ilerisinde bir yerlerde olması,  ve buna yarınlarda bir yerlerde kavuşma ideali, rasyonel aklın bir denklemidir. Oysa hayat bu zihinsel çizgilerin üzerinden ilerlemez. Doğanın kendisi gibi karmaşık gözükmekle birlikte, kendi içinde bir düzeni ve ilerleyişi vardır. Örneğin karmaşık görünen ağaç dallarının ve yapraklarının kendi içinde bir sistemi ve hatta hiyerarşisi bulunmaktadır. Bakışımızın kalıpları, baktığımızı adeta bizim için yeniden şekillendirmektedir.

Kadim medeniyetlerde başlangıç, insanın yaratılışı ve cenneteki yaşamıdır. Bundan uzaklaştıkça bozulma artar. Antik Yunan’da ilerleyen tarih bir bozulma ve çürüme olarak görülür. Başlangıçtan uzaklaşmak, cennet ile aramızdaki mesafeyi artırmaktadır. Bu bağlamda belirleyici olan gelecek değil, geçmiştir. İnsan, doğanın bir uzantısı olarak kabul edilmiştir. Doğal süreç döngüseldir. Aydınlanmacı bakış, olayların neden-sonuç ilşkisi içerisinde ilerlediğini kabul ederken, geleneğe dayalı öğretiler ise aksine zamanın rastlantısal olayların ilerleyişi ile devam ettiği fikrini savunur. Tesadüfen meydana gelen hadiseler, döngüsel bir süreci tamamlar. Burada bir ilerlemeden değil yinelenmeden bahsedilmektedir. Doğanın ve ona bağlı olarak insan yaşamının bir rutini söz konusudur. Örneğin bütün devletler kurulur, büyür ve yıkılırlar. Tırtıl kelebek olur, ölür; sonra topraktan başka canlılara karışır ve yeni bir formda yaşam devam eder. Ay, hilal halinden büyüyerek tamamlanacak, sonra küçülmeye başlayacaktır. Tekrarlanan devir içinde olaylar değişecek ama döngüsellik devam edecektir. Geleneksel öğretilerde kabul edilen evrenin yaratılışı ile bir başlangıcı söz konusudur. Günün birinde gerçekleşecek olan kıyamet ise son kabul edilir. Bu şekilde tek parça gibi görebileceğimiztarih, hem içinde yaşanan hayatların başlayıp bitmesi açısından sayısız döngüsel süreci barındırır, hem de başı ve sonu olan tek ve büyük tarih olarak başladığı noktaya geri dönmesi açısından döngüseldir. Kıyamet ile birlikte her şey aslına, başladığı noktaya geri dönecektir. Yaşamın içinde küçük örneklerini gördüğümüz şeyler aynı zamanda makro boyutlarda da  gerçekleşmeye devam etmektedir.

Bu yaklaşımda gelişme kavramı farklı bir anlama gelmektedir. Gelişme tek ve düz bir çizgide gelecek zamandan beklemez. Döngüyü kim/ne deneyimliyorsa değişim/gelişme onda gerçekleşir. Tecrübelerden edinilen hikmetler kendinden sonrakilere aktarılarak, büyük döngüdeki sürecinde bir miras gibi, zaman içinde eklemelerle varlığına devam eder. Devletler yıkılır, ama yaşananlar kendinden sonraki devlete tecrübe olarak aktarılır.

Tarih, bu haliyle sürüp giden döngüsel hareketlerin bir dizisidir. Tek bir tarih değil, birçok tarih, tek bir ilerleme biçimi değil, birçok ilerleme ve gelişme gözlemlenir. Balta girmemiş ormanlarda yaşayan yerli halk yiyeceklerini sözde ilkelliklerine uygun olarak yaprakların içinde pişirebilirler. Fakat aynı topluluk, söğüt ağacından elde ettikleri özü “modern dünyadan” çok daha önce ağrı kesici ve ateş düşürücü özelliklerinden dolayı hastalıklarda kullanmıştır. Toptan bir gelişme ya da geri kalma anlayışı söz konusu olmadığından  her topluluğun ya da insanın kendi sistemi içinde farklı gelişim alanları olacaktır. Her topluluk kendine özgü olduğundan, bir başkası ile kıyaslanması yine tek bir doğru anlayışının sonucu olarak eksik kalacaktır. İlerlemenin, tek bir medeniyete ait olması fikri sınırlayıcı olduğu kadar, dünyanın geri kalanı için de yargılayıcı bir yaklaşımı da beraberinde getirecektir. Tek bir topluluğun, belirlenen sınırlar ölçüsünde iyi olması, diğerlerini doğal olarak eksik ve kötü yapacaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz bazı kavramlar, bugün fiziğin çalışma alanlarından biri olan termodinamik yasaları içinde de karşımıza çıkmaktadır. Termodinamik dünyadaki tüm enerji türlerini ve onların arasındaki ilişkiyi anlatan çalışma alanının adıdır ve evrenin yasalarını açıklayan hayatın temel taşlarından biri kabul edilir.

Termodinamiğin ikinci yasası olan entropi, bize evrenin düzenden düzensizliğe doğru gittiğini söyler. Evrenin başlangıcında gerçekleşen büyük patlama ile düzen her geçen zaman diliminde yıkıma doğru gitmektedir. Her şey bozulma ve dağılma eğilimindedir. Düzenden kaosa devam eden bu süreç artarak ilerlemektedir. Yani dünyadaki entropinin yükselişi bir sona doğru gidişin işareti kabul edilmektedir. Entropi yasasının temel ilkelerine göre tarihsel gidiş, düzenden düzensizliğe, varlıktan tükenişe, yaşamdan ölüme doğrudur.

Entropi, tüm maddelerde olduğu kabul edilen düzensizliğe doğru bir yayılma eğilimidir. Evrende her şey kendini minimum enerjiye (yani daha düşük enerjiye) çekmek ister. Örneğin yukarıdan bırakılan bir taş, aşağı düşmek ister. Çünkü aşağı dediğimiz nokta, yukarı dediğimiz noktadan daha düşük bir enerji seviyesine sahiptir. Demir bir kaba sıkıştırılan bir gaz kendini dışarı atmak ister. Çünkü dış ortamdaki gazlar daha düzensizdir. İnşâ edilen ev, çok uzun bile sürse eninde sonunda yıkılacak, dağılacaktır. Tersine giderek daha sağlamlaşıp yenilendiği görülmemiştir.

Zaman ilerledikçe entropi artar ve yıkım yakınlaşır. Bu durum hem enerjinin bir formu olan tek tek maddeler için, hem de hepsinin toplamı olan evren için geçerlidir. Mikro ölçekte ne varsa makro düzeyde de aynı şekilde ilerlemektedir.

Bugün, modern bilim ve geleneksel dünya görüşü zaman konusunda ortak bir noktada buluşmuş gözüküyorlar. Evren, yaratıldığı ilk andan itibaren bir yıkıma, sona doğru ilerlemekte. Aynı şekilde evrendeki her yaratılmış kendine ayrılan zaman diliminin içinde dağılmaya/ölüme doğru gitmekte. Entropi ister büyük enerji formları için ister küçük maddeler için olsun, fark gözetmeksizin her geçen gün artarak kıyâmetleri bize doğru yaklaştırıyor. Bu durumda kendisini çöküşe doğru götüren büyük bir döngüde evren, içindekilerle birlikte yolculuğuna devam etmekte. Ölmeye mahkûm olan ve her an yıkımı hızlanan bu dünyanın bir görevi var. Bunun önüne geçebilmek mümkün gözükmüyor. Fakat döngüsel süreçler, batttığı yerden tekrar doğacak olanın müjdesini veriyor. Ölümsüz olan yanımız keşfedilmeyi bekliyor. İnsan kaçınılmaz olandan ancak mânevî yönüne tutunarak/yaslanarak kurtulabilir gibi gözüküyor.

1 Yorum

İmren Dere 4 Eylül 2023 - 21:11

Zamanın döngüselliği bize başladığımız noktayı hatırlatıyorsa kaçınılmaz son dediğimiz yer aslında hep arayışta olduğumuzdur.. kalemine sağlık…

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam