Sayfaları Okumaktan Özlerimizi Okumaya

Büşra Demir
4 dakika
-+=

Yıllar önce katıldığım bir etkinlikte, genç bir üniversite öğrencisiyle sohbet etmeye başladık. Hayata tam manasıyla katılmanın eşiğinde bir zihin olarak hayatla ilgili sorular sormaya başladı bana. Ben de o güne kadar heybeme doldurduklarımla ‘bol bol oku’ diye kendimce tavsiyede bulundum. Sonra iki kelimelik bir soru sordu.

“Ne okumalıyım?”

İnsan, hayata dair hangi kitabı, ya da kitapları okursa hayatı tanıyabilir? Hangi kitaplarla hayatı kolaylaşır, yürüyeceği yolu açılır?

Romandan denemelere, bilimden tarihe, ilahi kaynaklardan kişisel gelişim akımlarına, meslek sırlarına kadar envaiçeşit kaynak sayılabilir bu sorunun yanıtına. Mizaca göre, ilgi alanına göre, dönemsel meraklara göre değişir ve birçoğu da farklı pencereler açmaya muktedirdir. Lakin okunan satırlar kulak hizasından aşağı inmiyor, seni daha ‘insan’ yapmıyorsa, kütüphaneler dolusu kitap, yer kaplamaktan öteye gitmeyecektir.

Bilimsel veya kültürel birikimini ortaya koyarken gözlerinden kibir nehirleri akan bir bilirkişiye ne kadar kulak verebilir insan? Bulunduğu bilgi düzeyine erişmeyen diğerlerinin üzerine görünmez etiketler yapıştırıp kendini de görünmez tahtlar üzerinde gören bir zat, hayatı gerçekten tanımış, hayata dair bir anlam çerçevesi oluşturabilmiş midir? Var oluşa dair bütün cevapları okuduklarında bulabilmiş midir?

Felsefe tarihine baktığımızda, antik Yunan filozoflarının hayatın özüne dair ilk arayışlarını dışarıya,  tabiata bakarak yaptığını görürüz. Ancak sonra ‘Kendini bil’ sözüyle, öz arayışı insanın kendine döner. Bu farklılaşan bakış açısı Sokrates’ın hazinesinden çıkmıştır.

Bu noktada, ‘kendini bil’ aforizmasını bir kuzey yıldızı yaparak okumak gerekiyor kanaatimce. İnsanı kendine götüren, insanı hakikatine yaklaştıran her ne ise onu okumaktır okumanın ana gayesi. Ya da okuduğun her kitaptan kendine doğru giden bir yol aramak. Bu, rasyonel bir zihin için bilimsel kitaplar olur, duygusal bir zihin için edebi eserler olur. Sosyal bir zeka, psikoloji, sosyoloji veya tarih kitapları okuyarak kendi yolculuğunda yürürken analitik bir zeka, kozmoloji, astrofizik gibi bambaşka sahalarda yürüyebilir. Yeter ki okuma yolculuğu onu kendi özüne götürsün.

Bugün ne yazık ki cehaletle özdeşleşmiş İslam dininin kutsal kitabı, cehalete giden yolun tam aksini göstererek ‘Oku’ emriyle başlar yolculuğuna. İnsan eliyle yazılan her kitap, esasen sonsuz bir ilmin küçük bir parçası, sonsuz bir yaratıcılığın biricik damlasıdır. O biricik damlada dahi bütünü görebilmek ne kadar mümkünse, kibre kapılıp alim oldum zannına erişmek, zamanla istişareye açılan kapıları bir bir kapatmak da bir o kadar mümkün ve tehlikelidir. Okumak, insanı hayrete düşürmüyor, kendi hakkında düşündürmüyor, ne kadar az şey bildiğini ve ne denli aciz olduğunu hatırlatmıyorsa,  amacına ulaşmıyor demektir bana göre. Okuduklarını hal haline geçirmemiş kişi kitap yüklü merkebe benzetilir zira bilgi, hayata sirayet etmiyorsa yükten başka bir şey değildir insan için.

Okumak, insanı kendi özüne götürmeliyse eğer, ‘neyi okumalıyım?’ sorusuna verilecek yanıtları biraz da insan eliyle yazılan kitapların ötesinde aramalı. Okuma yolculuğuna çıkmış bir okuyucu, bütün o kitapların yanında kendini ve kainatı da okuyabilmeli. Kalplere yazılmış, kainata sırlanmış şairane satırları okumaksızın ‘okuyucu’ olmak, eksik bir yolculuk olmaz mı sizce de? Dünyadaki bütün kitapları hatmetse, kendini ve kainatı okumadan tamamlanmış hissedebilir mi insan?

Dingin bir seyir hali denebilir belki bu okumalara. Haksızlığa maruz kaldığı anda, iş arkadaşı başarılı olduğunda, beklenmedik bir hastalıkla, kayıpla karşılaştığında, yalnız kaldığında, kalabalıklar arasına karıştığında, maddi manevi zenginliklerin arasında… Aslında her an, akıl gözüyle dünya işlerindeyken, gönül gözüyle kendini seyretmek, dış dünyadaki oluşlara karşı iç dünyada hangi duyguların aktığını, hangi hallerin zuhur ettiğini izlemek, kendini okumaya giden bir yol olsa gerek.

Dünya işleri bir nebze durakladığında da akıl gözünü kainata çevirmek, onu okumak için iyi bir fırsat olabilir. Karanlık uzayın içine dağılmış muhteşem renkler,  hiç sarsıntı hissetmeksizin o karanlık boşlukta güneşle birlikte savruluşumuz, en büyükten en küçük yapılara kadar sürüp giden dönüşlerdeki hızların, açıların hayret verici, estetik ölçüleri; kainatın o muhteşem kitabının satırlarındadır. Onu okuyabildiğimizde, kainata serpilmiş örüntüleri yeryüzünde, vücudumuzun içinde bulabilir ve belki birliğe uzanan yolu hissedebiliriz.

Raflardaki kitapların günbegün çoğaldığı günümüzde, okumanın bunlarla sınırlı olmadığını bilmek çok şeyi değiştirebilirdi. Bir anne, ‘mükemmel ebeveynlik’ kitaplarından başını kaldırıp çocuğunu okuyabilse, bir öğretmen, müfredat tamamlama telaşının ötesine geçerek öğrencisini okuyabilse, bir işveren, para kazanma hırsını bir kenara koyup çalışanını okuyabilse… Biz, içi sıkılan, anlamsız yere öfkelenen, basit bir olaya neşelenen, bize sıradan gelene heyecanlanan eşimizi, kardeşimizi, arkadaşımızı, komşumuzu okuyabilsek çok şey değişebilirdi etrafımızda, toplumumuzda. Sevginin, huzurun, dayanışmanın dilini duyabilirdik mesela. Yaratıcılığın, coşkunun, estetiğin tadını çokça alabilirdik. Mecburiyetlerinin ötesine geçmiş, fazlalıklarından arınmış ruhlarla çevrelenebilirdik.

Okumak, özgürlüğe uçmaktır derler. Beşerlikten insanlığa doğru bir yükseliş olsa gerek bu.

Önce özümüze ineceğimiz, sonra özgürlüğümüze uçacağımız nice okumalara, vesselam…

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam