İnce Perdeden İnsanlık

Dilek Güldütuna
4 dakika
-+=

“Ne varsa kadınlarımızda var”. Büyük deprem âfetinin içimizi yaktığı ve gündemimizi belirlediği bu zor günlerde sosyal medyada bir paylaşım böyle söylüyordu. Allah kadına anne olmak gibi bir meziyet lutfetmiş, analığın şefkat ve merhamet hisleriyle donatmış olduğu için kadınlar ne kadar şanslı. Peki her kadın böyle midir? Ya da bu mazhariyet sadece kadınlara mı mahsustur? Sadece doğuran kadın mıdır şanslı olan ve bu hisleri yaşayan? 

Kadınlık/dişilik kavramının Tasavvuf tarihinin başından itibâren hep yaratılış ve ortaya çıkma bağlamında yorumlanmış olduğu görülmektedir. Buna göre kadınlık genel anlamda alıp kabul eden, doğurup üreten prensip ve etki mahalli iken, erkek etki eden prensiptir. Hz. Mevlânâ Mesnevî’nin pek çok yerinde erkek mertebesinde olan gök ve kadın merte­besinde olan topraktan ya da erkek mertebesinde olan akıl ile ka­dın mertebesinde bulunan ve aklın tesir mahalli olan nefsten bahseder. Tıpkı âhiret ve dünya; ruh ve beden, gündüz ve gece, varlık ve yokluk kavram çiftlerindeki polarite/kutuplaşma gibi kadın ve erkek Allah tarafından birbirlerini tamamlamak üzere yaratılmışlardır. Ayakkabının iki teki birbirinin aynısı değildir, fakat ancak ikisi beraber uyum içinde olduklarında ve birbirlerini hoşça kabul ettiklerinde yürüyebilirler. Kadın ile erkek, nefs ile akıl ancak birlikte tekâmül edebilecekleri gibi, birliği idrak de ancak ikiliğin varlığıyla gerçekleşebilir.  

Bir sûfî sözünde olduğu gibi “Varlık ve oluşta esas olan erkeklik değil dişiliktir; bu yüzden tüm büyük ruhlara kadın sevdirilmiştir.” Kur’ân-ı Kerîm nefsin bu âlemde aşk ile temizlenerek ne yüce mertebelere gelebileceğini Hz. Meryem’in şahsiyetiyle anlatmaktadır. Âyette gelmiş geçmiş kadınların en yücesi olarak zikredilen Meryem, Allah’ın kelimesi ve ruhu makamında olan İsâ’yı doğurduğu gibi nefisler de öyle bir kemâl noktasına erişme kabiliyetiyle yaratılmışlardır ki sâfiyetin timsâli Hz. Meryem gibi onlardan mânâ çocuğu doğar. Nefs, hadis-i şerife göre bir yandan insanın en büyük düşmanı iken, sonsuz huzur ve mutluluk demek olan cennet, yine Peygamber tarafından analık vasfının tanımına yerleştirilmiştir: Cennet anaların ayakları altındadır. Nefs bir yönüyle karanlığa ve süfliyete dönük iken, sadece insanın kabul ettiği ilâhî emâneti yüklenmesi ve bu âlemde o mânâyı doğurması yani zuhur ettirmesiyle, kadın ya da erkek olsun farketmez, er kişi sıfatına layık olur. Büyük mutasavvıf Feridüddîn Attar’ın dediği gibi, kıyâmet gününde “ey erler!” diye nida edildiğinde insanlar arasında Hz. Meryem en ön sırada olacaktır. Çünkü Allah suretlere değil sîrete yani kalbe nazar eder. 

Âdemliğini her kim bulduysa odur Âdem,

Yoksa görünen sûret bir gölge imiş ancak.

Öyle anlaşılıyor ki gerçek anlamda analık için mânâ çocuğunun doğması, insanın Allah’ın kendisine üflediği ve onda gizli olan nefesle ilişki kurması gereklidir; o cevher hâkim ve yaşanır olmalıdır. Allah insanı diğer canlı ve hayvanlardan ayıran emaneti insana verdi. İnsanlığını bulmadıktan sonra kadın olsun erkek olsun anlamsız ve varlığı olmayan bir gölgeden ibaret kalır. Bu mertebedeki kadın için Hz. Mevlânâ der ki: Aşk ve rûh inceliği, insanlara mahsus sıfatlardır. Sertlik ve şehvet ise hayvanların sıfatıdır. Kadın Allah güzelliğinin yeryüzüne vurmuş bir nûrudur, sadece sevgili değildir, denilebilir ki adeta yaratılmış değil de Yaratıcıdır. Sanki Hak ince bir perdeden tecellî etmiştir. 

Hz. Peygamber’in sahih bir hadisine göre Allah rahmeti yüz parça olarak yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne sadece bir parçasını indirmiştir. İşte bütün yaratılmışlar bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Her bir ananın şefkat ve merhameti bu bir parçadan yeryüzüne aksetmektedir. Allah’ın merhameti ise tahayyül edemeyeceğimiz kadar büyüktür. Hz. Peygamber ise her övülmüş ahlakta olduğu gibi şefkat ve merhametin tecellisinde de en üstün olandır. Kurân-ı Kerîm Peygamber’in aynı zamanda analık vasfını anlatan ümmîliğini, yani ümmetine karşı sevgi ve düşkünlüğünü şu sözlerle ifade ediyor: Size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur

Nefsini tekâmül ettirerek kendindeki mânâ ile ilişki kuran ve insanlığını bulan kişi, her yerde bu mânâyı hissedici hâle gelir, onun için bu ilâhî cevheri taşıyan her bir yaratılmış aynı ölçüde kıymetli ve sevgili olur. Bu sebeple tasavvufun önde gelen düsturu “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” sözü olmuştur. Bu zor dönemde yaraların sarılmasına, gönüllere merhem sürülmesine, dolayısıyla belki de en çok analık vasıflarına ihtiyacımız var. Cennetin dört ırmağının akışı gibi gerçek analık; yaratılmışlara karşı cömertliğin, rahmet, sevgi ve şefkatin kaynağıdır. Ana evlâtlarını korur; ihmal etmez, unutmaz, vazgeçmez. Affeder, sever, kucaklar ve şefkat gösterir. Maddî ve mânevî hep verir. Özverilidir, kendi arka plandadır, önce evlâdı gelir. Evlatları arasında ayırım yapmaz. Onların farklılıklarını da sever ve hoş görür. Hatalarını gördüğünde onlardan vazgeçmez.  Evlâtlarının kavga etmelerini, bölünmelerini istemez, onları sevgi ve anlayışıyla birleştirmeye çalışır.  

Yaradılışın mânâsı nasıl bu dünyaya öylece gelip gitmek olamazsa, kadınlık da gerçek mânâsıyla yaşanmayınca hakîkî kadın ya da hakîkî anadan söz edilemez. Dileyeceksek bütün yaradılmışlara karşı bu hislerle dolu olmayı dileyelim, hakiki anlamda kadın/insan olmayı dileyelim. Kadınlar günümüz kutlu olsun.  

Görsel: Emir Rıfat Işık “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir.” (Enbiya, 33)

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam