Merkezini Bulmak

Alper Tanca
6 dakika
-+=

Seneler evvel bir arkadaşım bana, “Şu anda olduğun kişi olmasaydın kim olmak isterdin?” diye sormuştu. Bir şeyler gevelemiştim şu olurdum bu olurdum diye, nihai olarak verdiğim cevabı da hiç beğenmemiştim. Kendimi kim yaparsam yapayım “o kişi” bir türlü tatmin etmiyordu beni.

Ne hikmettir ki zaman bana bu soruyu ve o anıyı unutturmadı. Arada sırada da olsa bu diyalog hep gözümün önüne gelir, doğru cevabın ne olduğunu ya da bir doğru cevap olup olmadığını düşünür dururdum. Nihayet bu sorunun cevabı bana yıllar sonra tasavvuf eğitimim sırasında geldi. Hem de bir değil birden çok kaynak tarafından. Bu cevaplardan en çok aklımda kalanı Merkez Efendi’nin hikayesidir.

Merkez Efendi’nin ismi haliyle Merkez değilmiş, asıl ismi Musa imiş. Merkez Efendi’nin mürşidi olan Sünbül Efendi, diğer dervişlerin kendisinin Musa Efendi’ye gösterdiği ilgiyi kıskanması sonucu bir gün tüm dervişleri imtihana çekmeye karar vermiş. Parlak öğrencisi Musa Efendi’nin vereceği cevaplardan emin olduğu için diğer müritlerin de ona gösterdiği bu ilginin sebebini anlamalarını istemiş. Tüm dervişleri bir araya toplamış ve onlara şöyle sormuş; “Size kudret verilse ve dünyayı tekrardan siz yaratsanız nasıl yaratırdınız?” Dervişler başlamışlar cevap vermeye, kimi kışı, soğuğu, açlığı ortadan kaldırmış, kimi fakirliği. Herkes fikrini söyleyip sıra Merkez Efendi’ye gelince o demiş ki; “Efendim ben her şeyi olduğu gibi merkezinde bırakırdım. Çünkü öyle bir ilahî nizam var ki her şey olduğu haliyle zaten mükemmeldir, ne bir eksiktir ne bir fazladır.” Bu cevap Sünbül Efendi’nin çok hoşuna gider ve Musa Efendi olur Merkez Efendi.

Peki sizce bu hikâyede dikkati çeken şey nedir? Ben kendi adıma her şeyin zaten olması gerektiği gibi olduğu bilincine varırsak her şeye eşit mesafede olacağımızı ve her şeye eşit mesafede olunan noktanın da merkez olacağını anlıyorum. Bu hayat cennet olmak üzere tasarlanmış bir hayat değil, ancak biz o denge noktasını bulabilirsek bu hayatı tüm sıkıntılara, dertlere rağmen kendi cennetimiz haline getirebiliriz.

İkinci olarak da, kaderimizi değiştirmek gibi farazi şeylere odaklanmak yerine kaderimizi kabul ediş şeklimize odaklanmamız gerektiğidir. Olacak olan olacaktır, her şey olması gerektiği gibi olacaktır ve bugüne kadar olmuş olan şeylerin de mutlaka bir sebebi vardır. Bunların bizi olduğumuz kişi haline getirdiğini hatırımızdan çıkartmayarak, olmuş olanları ve olacak olanları nasıl ele aldığımızı değiştirebiliriz. Bu, hiç şüphesiz bir kendinle barışık olma hali, olduğun kişiyi sevebilme kapasitesini de gerektirir. İşte kaderimiz üzerindeki kontrolümüz de aslında bundan ibarettir. Kader değişmez, ezelden ne olup biteceği bellidir, bizim hareket alanımız bu olup biteni ne şekilde kabul ettiğimizdir. Bu kabul ediş pasif bir boyun eğme olarak da algılanmamalıdır. Mesela tasavvufun rıza kavramı aktif bir kabul edişi içermektedir. Peki nedir bu aktif kabul ediş? Bunu en iyi, tohum eken çiftçi örneğiyle açıklayabiliriz. Bir çiftçi tohum ekmeden önce toprağı sürer havalandırır, daha sonra tohumu eker, gübresini can suyunu verir ve bekler. Bu ana kadar olan süreç çiftçinin aktif bir çaba göstererek yaptıklarıdır. Bundan sonrasını ise Allah’a havale etmekten başka bir seçeneğinin olmadığını bilir. Yağmurun yağması, don olup olmaması, çıkan ekini çekirgelerin yiyip yemeyeceği üzerinde hiçbir kontrolü yoktur. Fakat tohum ekmeden başakların çıkmayacağını bildiği gibi, buğday tohumu ektiğinde de arpa çıkmayacağını çok iyi bilir. İşte bizim de aktif rızadan anlamamız gereken budur. Gayret göstermek, tedbirimizi almak, ümit etmek ve kontrol edemeyeceğimiz şeyler için endişelenmeyi bırakmaktır.

Merkez kavramına dönecek olursak, merkez, mükemmel denge noktasıdır. Bu hayatta bulmaya çalıştığımız şey de zaten o denge hali değil midir? Başımıza gelen olumlu olumsuz tüm olaylar karşısında sakin kalmayı başarabilirsek, kendimizi orta noktayı bulmuş sayabiliriz. Benim için merkezimden uzaklaştığımı anlamanın basit bir yolu var; gün içinde başıma gelen ve bir karar vermem gereken noktada, verdiğim karar ya da aldığım aksiyon, içime dönüp baktığımda beni huzursuz hissettiriyorsa, hep kulağımızın arkasında bize fısıldayan ama genelde duymazdan geldiğimiz o ses memnun değilse, biliyorum ki beni merkezimden uzaklaştıran bir şey yapmışımdır. Merkez her şeyden önce bizim özümüzdür, öz ise bize Tanrı’dan üflenmiş bir nûrdur. Ona ne kadar yaklaşabilirsek o kadar dengeli ve mutlu bir hayat yaşarız. Bu bazen büyük yüzleşmeler ve cesur kararlar almayı gerektirir ama bir noktada yapılması gereklidir.

Peki bu cesur kararları aldıktan sonra karşılaşabileceğimiz şeyler neler olabilir? Mesela içimizde duyduğumuz bir çağrıya kulak verip hayatı daha manevi bir boyutta yaşamayı seçtiğimizi farz edelim. Her şeyden önce bu karar bir etkidir, aynı suya atılan bir taş gibi, halka halka olmak üzere birtakım sonuçları tetikleyecektir. Bunların ilki halkanın en iç çemberi olan ailemiz, eşimiz üzerinden olabilir. Sizin içinde bulunduğunuz bu manevi değişim onları endişelendirebilir. Kalbinizin doğru yerde olduğuna inanıyorsanız, açık bir diyalog ve güven ortamının onlar için tekrar yaratılması üzerine ciddi bir çalışma yapmak gerekebilir. İkinci halkaya yakın arkadaş çevresini alabiliriz. Bunlar ailemizden sonra bize en yakın olan ve en çok alışverişte bulunduğumuz grubu oluşturmaktadır. Bu grupta benim gözlemlediğim kadarıyla iki türlü reaksiyonla karşılaşıyoruz. Ya bir takım eski arkadaşlarınız sizden yavaş yavaş uzaklaşıyor ya da güzel bir sürpriz olarak onlardan da bazılarının aynı arayışta olduğunu fark ediyor ve birbirinizi tekrar keşfediyorsunuz. Burada bir şeyi hatırımızda tutmakta fayda vardır, o da doğanın boşluk kabul etmeyeceği gerçeğidir. Giden arkadaşlarınızı sevgiyle uğurlayıp, merkezinize daha yakın olan bir hayatı yaşamaya başladığınız zaman, mutlaka gidenlerin yerini daha kalpten kalbe bağ kurabileceğiniz, bir bakışınızdan sizin ne demek istediğinizi anlayacak insanlar alacaktır. İşte işin cesaretle ilgili olan kısmı burası yani “bırakabilmek”. Bırakmak kulağımıza kavram olarak bir kopuş gibi gelse de aslında daha özümüze uygun bağlantıların kurulabilmesi için bir ön koşul bence. Kalpten kalbe bağdan bahsetmişken tasavvufta kalbin neden merkez olarak kabul edildiğinden de kısaca bahsetmek gerekir.

“Kalp ne şudur ne budur. Fakat hem budur hem de şudur.”[1]

Görünen anlamının dışında kalp organ olmanın çok ötesinde bir anlama sahiptir. Zaten kalbin sözlük anlamlarından bir tanesi de bir şeyin tam ortası, merkezidir. Öyle bir organdır ki, adeta görünen ve görünmeyen arasında bir geçiş kapısıdır. Kalp ne sadece cismanidir ne de sadece ruhanidir, bilakis her ikisidir. Tasavvufa göre kalp aynı zamanda aklın ve tanımanın mahallidir. Bu açıdan merkezini bulmaktan bahsederken aslında insanın kalbiyle olan ilişkisini tekrar kurmasından bahsederiz.

Şu anda içinden geçmekte olduğumuz ve hepimizin iliklerimizde hissettiği bu fırtınalı geçiş dönemini düşünüyorum. Adeta kabarmış bir okyanustaki küçük bir kayık gibiyiz, bu kayığın sağ salim limana ulaşması ancak ona ışık tutan deniz fenerini takip etmesiyle mümkündür. Ne mutlu ki bu ışık kimseden esirgenmemiştir, tam merkezimizdedir, biz yeter ki onu izlemeye kararlı olalım.


[1] Sachiko Murata, The Tao of Islam: A Sourcebook on Gender Relationships in Islamic Thought, Albany, State University of New York Press, 1992, 296.

9 Yorum

Aytekin 24 Temmuz 2023 - 10:05

Zihnin koşullanmalardan arınması gerektiğini düşünüyorum bu şekilde ki kalbe dönüş söz konusu olacaktır. Peki koşullanmalardan kurtulmak için zihinle amansız bir mücadele vermek mi gerek? Zikrin bu konuda bir etkisi var mıdır?

Cevapla
Alper Tanca 26 Temmuz 2023 - 19:18

Ben naçizane zihinden önce nefsimize odaklanmanın neticede zihnimizi de berraklaştıracağını düşünüyorum. Bu sebeptendir ki mürşitler müritlerini eğitirlerken önce işe nefs terbiyesiyle başlamışlardır.

Cevapla
Başak 26 Temmuz 2023 - 18:08

Merkez Efendi bu kadar güzel anlatılabilir. Selam Olsun❤️

Cevapla
Alper Tanca 26 Temmuz 2023 - 19:19

Çok teşekkür ederim, hocam güzel anlatmış biz de papağan gibi tekrarlıyoruz.

Cevapla
Aytekin Rumibeyoğlu 27 Temmuz 2023 - 11:23

Peki nefis terbiyesi ile ilgili bilgi verecek bildiğiniz bir kaynak var mı?

Cevapla
Alper Tanca 6 Ağustos 2023 - 19:17

Aslında bütün tasavvuf klasiklerinin ana teması nefis terbiyesidir. Kuşeyri Risalesi veya İhya-u Ulumiddin kitaplarından ya da Ken’an Rifâî’nin Sohbetler kitabından başlayabilirsiniz. Sevgilerimle

Cevapla
Aytekin Rumibeyoglu 8 Ağustos 2023 - 06:46

Çok teşekkürler…

Hatice 27 Temmuz 2023 - 07:13

Merkez Efendi’yle tanışmamıza vesile olduğunuz için teşekkürler 🙏🏻 Emeğinize, kaleminize ve kalbinize sağlık :)

Cevapla
Alper Tanca 27 Temmuz 2023 - 10:18

Çok teşekkürler ☺️

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam