Yalnızlık Üzerine

Sinem Hürmeydan
7 dakika
-+=

Yıllar önce, Montaigne’in denemeleriyle tanıştığım zamanlardan aklımda kalan ve o günden bugüne sık sık anımsadığım, Horatius’a ait bir dize var aklımda:

Niçin başka güneş, başka toprak ararsın?

Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?

Neden bu dizeler bu kadar etkilemiştir beni? Hepimiz, zaman zaman kendimizden kaçmayı düşlemişizdir. Büyüklü küçüklü sıkıntılarımız, kaygılarımız, yaşam deneyimlerimiz, değiştiremediğimiz insanlar, değiştiremediğimiz ortamlar zaman zaman her birimizi bunaltmış ve içimizde bir kaçma arzusu uyandırmıştır. Kimi talihsiz durumlar vardır ki, kişinin kendisinin dışında şekillenen birtakım etkiler yaşamı çekilmez hâle getirebilir ve bu kişinin, mümkünse bulunduğu ortamdan, durumdan veya çevreden uzaklaşması gerçekten de fiziksel ve ruhsal sağlığı için gerekli ve faydalı olabilir. Ancak bu dizeler daha incelikli, daha derin bir konuya işaret etmektedir. Her birimiz, bazen sırf kendimizle yüzleşmekten, kendimizi aynada görmekten korktuğumuz için dikkatimizi içeriden dışarıya yöneltiriz. Söz gelimi ardı ardına eklenen tatillerin göçebeliğinde, yeni bir eve taşınmakta, iş değiştirmekte, her Allah’ın günü çeşitli arkadaş gruplarıyla bir kafede buluşup akşama kadar çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayacak konularda sohbet etmekte veya hiç olmazsa en yakın alışveriş merkezine gidip yeni bir şeyler almakta teselli ararız. Oysa yeni bir şehir, yeni bir iş, arkadaşlarla geçirilen bütün bir gün veya evimize aldığımız yeni bir koltuk, kendi zihnimizle beraber yatağa gireceğimiz gerçeğini değiştirmez. Günün sonunda, nereye gidersek gidelim, kendimizle baş başa kalırız. 

Yalnızlık pek çoğumuzun korkulu rüyasıdır. İnsanın kendi gönül dünyasının yer yer karanlık, yer yer aydınlık bucaklarına bakmaktan kaçamadığı; aklına üşüşen türlü düşünce ve evhamdan yakasını sıyıramadığı yalnızlık saatleri birçoğumuz için kâbustan farksızdır. Yalnızken, sırf evde bir ses olsun diye, üstelik de izleyecek bir şey yokken bile saatlerce televizyonu açık bırakırız. Televizyondan gelen tanımadık sesler, yalnızlığımızın sessizce fısıldayan sesini bir nebze olsun dindiriyormuş gibi gelir. Veya dost bir sese, tanıdık bir muhabbete duyduğumuz iştiyakla bir yakınımızı arar, buluşamasak bile telefonda sohbet ederiz. İnsanın hemhâl olabileceği, hoş sohbet edebileceği yakınlarının, gönül dostlarının olması ne güzeldir. Ancak, her başlangıcın bir bitişi olduğu gibi, her güzel sohbetin, her buluşmanın, hemhâl olmanın da bir sonu olduğundan, insan kaçınılmaz olarak kendine kalacaktır. İşin aslı, “kendi kendine”, “kendiyle” kalmak, çoğunlukça zannedildiğinin aksine, hem insanın içsel dinginliğini bulması, hem gönül hazînesini keşfetmesi; velhâsıl ruhunu sağaltması, yüceltmesi için aslî bir gerekliliktir. Gereklilik kelimesi, bu türden bir yalnızlığın güzelliğini gölgelemesin; tefekkürle iç içe bu yalnızlık, huzur içinde deneyimlenen eşsiz bir yaşantıya işaret eder. 

Öte yandan, her zaman bir çeşit kalabalığa dâhil olarak yaşamanın pek çok zorluğu da vardır. Zaman zaman bu kalabalıklardan sıyrılıp yalnız kalmak; yorucu, tüketici konuşmalardan uzaklaşmak, doğadaki işaretleri; söz gelimi bir ağacı, denizi, gökyüzünü, sessizce süzülen kuşları seyre dalmak tükenen iç enerjimizi yeniden toparlayıp, kendimizi topraklayıp hayata yine, yeniden, daha sağlıklı bir şekilde katılmamıza vesile olur. Yalnızlığı bu hâliyle uykuya benzetiyorum. Nasıl ki uyku kendimizi günün uyaranlarına kapatıp hem bedenimizi hem de ruhumuzu bir bakıma şarj etmemizi, bedenimize ve zihnimize sinen enerji fazlalıklarından arınıp yeni güne dinlenmiş ve daha zinde olarak başlamamızı sağlayan hayâtî bir kanalsa, yalnızlık da sürekli başkalarının varlığında, aşırı uyarılmayla, sosyal uyum çabasıyla yorulan ruhumuzu sağaltmak, kendine yönlendirmek ve toparlanmasını sağlamak için hayatiyet taşıyan bir ihtiyaçtır. 

Psikoloji literatüründeki çalışmaların birçoğu yalnızlığın menfi boyutlarını araştırır; buna göre kaybolan bağlarla, kopuk ve samimiyetsiz ilişkilerle nitelendirebileceğimiz yalnızlık, depresif duyguları ve kaygıyı tetikler. Oysa yalnızlığın, müspet, insanı hem kendisine, özüne (hatta belki tam da bu yüzden), hem de diğer insanların duygularına, deneyimlerine, insanlığı birbirine bağlayan temel varoluşsal ikilemlere daha da yaklaştıran, daha yüksek bilişsel düzeyden bir yanı da vardır. Tıpkı başkasına şefkat göstermenin veya başkasını samimiyetle sevmenin öncülü insanın kendisine şefkat gösterebilmesi, kendisini sevebilmesi ise; başkalarıyla gerçek bağlar kurabilmenin ilk adımı da bireyin önce kendi kendisiyle sağlam ve sevecen bir bağ kurabilmesi, bunun içinse kendisiyle baş başa kalmayı başarabilmesidir. O halde hepimizin zaman zaman kâh “kafa dinlemek”, kâh kendimizle söyleşmek için bir köşeye çekilmeye duyduğumuz ihtiyaç türünden müspet bir “yalnızlık”, depresif duyguların eşlik ettiği yalnızlıktan ayrı değerlendirilmelidir. Dilimizde yalnızlığın bu kendi içine yöneliş, kalabalıklardan zaman zaman, belirli bir müddet uzaklaşıp tefekküre dalma anlamları bizi Arapça kökenli “halvet” ve “uzlet” sözcüklerine yönlendirir. İngilizcede olumsuz çağrışımlı ve üzerinde sayıca daha fazla bilimsel çalışmanın yapıldığı yalnızlık türü için “loneliness”; olumlu çağrışımlı, tefekkür yönelimli yalnızlık içinse “solitude” terimleri kullanılarak semantik bir ayrım yapılagelmektedir. Özellikle Batılı araştırmacılar tarafından, yalnızlığın olumsuz psikolojik sonuçları üzerine odaklanılması, Batı modernizminin hayatın her alanına nüfuz etmesinin etkisiyle, bireylerin içten içe eksikliğini hissettikleri samimi, karşılıksız, alış-veriş anlayışıyla güdülenmeyen ilişkilerin eksikliği ve yitirilen veya hiç kurulamayan bağların yokluğunun kaygı ve depresyonla ortaya çıkan bir yansıması olabilir. 

Coğrafyanın, içinde bizim de yer aldığımız yakasına geldiğimizde ise, bireyin başta aile ve akraba bağları olmak üzere sosyal yaşamını şekillendiren ilişkilerinde; izole edilme duygusu, kopukluk veya bağlantısızlık gibi rahatsız edici duygu-durumların belirleyici nitelikte olmadığından söz edilebilir. Dolayısıyla yalnızlık, etkileri bakımından, çoğunlukla Anglosakson coğrafyadaki gibi tezahür etmemektedir: Yalnız hissettiğimde, varoluşsal bir ıssızlık duyduğumda veya basitçe tek başıma kalmaktan korktuğumda bir telefonun ucunda arayıp sesini duyabileceğim, arabaya atlayıp yanında soluklanabileceğim, sarılıp sarmalanabileceğim yakınlarımın olduğu bilgisi benim için bir çeşit emniyet supabıdır. Hem Doğu hem de Uzakdoğu toplumlarında, kişilerin mânevî anlayışlarına uygun olarak yorumladıkları şekilde; kâh kendini bulmak, özündeki cevhere yakınsamak; kâh Tanrı’yla, her şeyin ve herkesin ötesindeki Yaratıcıyla birlikte olabilmek için belirli müddetlerde yalnız kalmak âdeta yaşamsal bir ihtiyaçtır. Bu hâliyle yalnızlık, tercihli bir yönelim, sağlıklı sosyalleşmenin de bir unsurudur.

Diğer yandan, yalnızlık, kişiye verdiği özgürlük nispetinde, sanatsal veya bilimsel olarak üretken olmanın, ortaya bir ürün çıkarmanın ön koşuludur. Pozitif psikoloji alanında pek çok çalışması bulunan Csikzentmihalyi, yalnız kalmaya tahammül edemeyen ergenlerin, çoğunlukla yaratıcı yeteneklerini geliştirmeyi başaramadıklarını; zira yaratıcılığın, enstrüman çalmak veya şiir yazmak gibi yalnız kalmayı gerektiren faaliyetler kanalıyla geliştirilebileceğini ortaya koymuştur. O halde yalnız geçirilen zamanlar, kıymetiyle değerlendirildiğinde, kişilerin kendilerine özgü potansiyellerini gerçekleştirebilmeleri; ilgilerine göre, söz gelimi resim, edebî bir eser, bilimsel bir keşif, bir matematik teoremi gibi anlamlı bir ürün ortaya koyabilmeleri için karşılığı olmayan, satın alınamayacak pahada bir fırsattır.

Son olarak, dikkatimi cezbeden bir habere değinmek istiyorum: 2018 yılı başında İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı” kurulduğunu öğrendim. Yalnızlığın, bilhassa Batı modernizminde hâkim hâliyle ilgili yukarıdaki tespitler, İngiltere Başbakanı Theresa May’in Yalnızlık Bakanlığına atfen dile getirdiği şu sözleriyle adeta doğrulanıyor: “Pek çok insan için, yalnızlık modern yaşamın üzücü bir gerçekliğidir.” Bu bakanlık, kimilerince politik bir hamle olarak nitelendirilse de yadsınamaz bir gerçeğe işaret ettiğini söylersek sanırım abartmış olmayız. Yine bu bağlamda, London School of Economics’de, zihin sağlığı konusunda çeşitli araştırmaları yapan David McDaid, çekirdek ailenin erozyonu ve çalışma hayatındaki bağlantısızlık-kopukluk duygularını; yalnızlığın özellikle son dönemde toplumsal ölçekli bir sorun hâline gelmesinde etkili olgular olarak tanımlıyor. McDaid, Avrupa Birliği ülkelerinde, tek kişilik hâne sayısının, tüm diğer hâne türlerinden daha fazla olduğunu ve bu durumun, yalnızlık sorununa ilişkin farkındalığın artmasıyla aynı zamana denk geldiğine de dikkat çekiyor.

Yalnızlığın bu menfî biçimi, insanın temel ihtiyaç ve özlemlerinden müteşekkil özüyle, hatta ve hatta var olma gayesiyle yabana atılmayacak ölçüde çatıştığından olsa gerek, benliğindeki ıssızlığı dindiremeyen birey, benliğini yok etmeye varan eylemlerde bulunabiliyor. Felsefede, kökleri Berkeley’e uzanan ve zaman içinde çeşitli filozoflar ve bilim adamları tarafından cevaplandırılmaya çalışılmış meşhur düşünce deneyini duymuşsunuzdur: Issız bir ormanda bir ağaç devrildiğinde, devrildiğini duyabilecek hiç kimse yoksa ağacın devrilmesi ses çıkarır mı? Bu soruya kesin bir yanıt vermek hâlâ mümkün değilse de, fizik cephesinden bir yoruma göre, ses, kulağımız aracılığıyla işlenerek sinir hücrelerimizde karşılığını bulan bir titreşim olduğundan, sesin oluşması duyucu/dinleyicinin varlığını gerektirir. Somut, duyusal bir eylemin oluşması bile bir gözlemcinin varlığını gerektiriyorsa, insanın eylemlerinde anlam bulabilmesi, hayata anlam katabilmesi ve anlamlı eylemler gerçekleştirebilmesi de diğer insanların varlığını, diğerleriyle organik bağını kabullenmesini ve samimi ilişkiler inşa etmeye çabalamasını gerektirir. Sosyal bağlarla sarmalanan kişinin, müspet bir yalnızlık hâlini keyifle yaşayacağı aşikârdır. 

Sözün özü, yalnızlık; üreten, tefekkür eden birey için tartışmasız bir ihtiyaç olduğu kadar enikonu sosyal bir olgudur. Sağlıklı sosyalleşmek için sağlıklı, müspet bir yalnızlık gerektiği kadar, müspet bir yalnızlık için sağlıklı, samimi ve çekirdek kimliğindeki ilişkilerle örülü bir sosyalleşme de gerekir.

3 Yorum

PINAR KESKİN 26 Nisan 2023 - 23:04

Tekrar tekrar okudum. Şahane ifade edilmiş, çok doğru bir tespit. Çok güzel bir yazı. Elinize sağlık. Sevgiler

Cevapla
Mehmet Geyik 28 Nisan 2023 - 14:21

Yalnızlığım benim bitmeyen gerçek yol arkadaşım.cok güzel bir yazı tam benim yalnızlığımı ifade ediyor, emeğinize sağlık.insan bu müddet sonra o kadar alisiyorki kimsenin gelip yalnızlığını dagitmasini istemiyor. Ama bütün yaratıcı fikirkerimde yalnızlığım sayesinde oldu.super çok teşekkürler

Cevapla
Sinem Hürmeydan 30 Nisan 2023 - 19:52

Okuduğunuz ve paylaştığınız için ben teşekkür ederim. Gerçekten de öyle, yalnızlık yaratıcılığa kapı aralıyor. Yaratıcı fikirlerle paylaşılan yalnızlık da keyifli birlikteliklere vesile oluyor.

Cevapla

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam