Yaşamların Çizdiği Desenler

Yıldız Çetintaş
3 dakika
-+=

Okulun ilk günlerinde yeni girdiğim sınıflarda, derse genelde Kırmızı Başlıklı Kız hikayesinden bahsederek başlarım. Çocuklar, masal hakkında sorduğum tüm soruları çok düşünmeden cevaplarlar. Kırmızı Başlıklı Kız’ın gittiği yer veya yolda başına gelenler…

Aslında kendileri pek fark etmeseler de bana verdikleri cevapların hepsi, basit de olsa bir çeşit bilgidir ve bunları bulmak için çok da uğraşmazlar. Sonra bunları nasıl bu kadar kolay hatırlayabildikleri üzerine birlikte düşünmeye çalışırız. Geçen yıl işledikleri son tarih dersinin konusunu unutmuşken, neden bir masalın tüm ayrıntıları hafızalarındadır?

Bunun birden fazla nedeni var elbette. Ama temel sebep, “bütünlük” meselesi olsa gerek.  Sınıfa bir avuç renkli boncuk getirerek onları etrafa saçsam ve kırmızı olanların yerini sorsam, uzunca bir süre, tüm sınıfın içinde gezinerek onları bulmaya çalışacaklardır. Tıpkı zihinlerinin içerisinde dağınık olan bilgileri aradıkları gibi. Oysa onları bir ipe dizerek getirirsem, aradıklarını bulmak çok daha kolay olacaktır.

İşte başı ve sonu, yani bütünlüğü olan metinler de öğrenmeyi böylesine kolaylaştırıyor. Bu kavrayış, metnin kapsadığı tüm bilgileri de içinde taşıyor. İster eğitim aldığımız alan ister yaşamımızın tamamı olsun. Konular ya da olaylar arasında onları birbirine bağlayan, bu süreklilik ipiyle bize anlatılan bir şeyler var. Bu ip, her zaman çok ortada ve görünür halde olmayabiliyor. Çoğu zaman, ortaya çıkmak için gayret bekliyor. Kutsal kitaplarda da bir anlatım şekli olarak sık sık hikayelere başvurulduğunu görüyoruz. Öğrenmenin kalıcılığı konusunda en etkili yöntemlerden biri bu olsa gerek.

Okuduğumuz ya da yaşadığımız tüm küçük hikayeler arasında da bir bağlantı var. Kıymetli yazar Sadık Yalsızuçanlar bir yazısında, Kur’an-ı Kerim’de, birbirinden bağımsız gibi görünen anlatım şeklini gökyüzündeki yıldızlara benzeterek, o yıldızların tamamının semâyı oluşturduğundan bahseder. Sonsuz olanı, sınırlı olanlarla anlatmanın bir yolu gibi. Yıldızlar arasına çizgiler çekilerek birleştirildiğinde, bize anlamlı gelen bazı şekiller de ortaya çıkmaya başlıyor. Küçük olanı anlamanın yolu, parçası olduğu bütün ile ilişkisini kurabilmekten geçiyor. 

Bugün modern yaşam, bireyi her açıdan öne çıkarmış bulunmakta. Onun hakları, onun özgürlükleri, onun duyguları… Yapılan bu kuvvetli vurgular özgürleştiğini zanneden modern insanı, parçası olduğu semâdan uzaklaştırıp yalnızlaştırdı. Uzay boşluğunda sağa sola savrulan insanoğlu kendini bir türlü bir yere ait hissedememeye başladı. Kökleri aydınlanma dönemine dayanan bu yaklaşım, tek hükümdarlı imparatorlukların yıkılıp, yerine kurulan ulus devletlerde, bireyin kendini küçük bir prens gibi görmesinin de yolunu açtı. İçine doğduğu ailenin, mahallenin, toplumun ve hatta evrenin parçası olduğunu hissedemeyen insan, kendi kuyusundan, gökyüzünü izlemeye başladı. Çok özgürlük, çok yalnızlığa dönüştü. Gereğinden fazla hak, insanoğlunun sırtına gereğinden fazla sorumluluk duygusunu da yükledi. Her şeyin sahibi gibi hissetmek, her şeyi çözme ihtiyacını da beraberinde getirdi. Bu durum da yeni sorunları masaya koydu. Oysa parçayı anlamanın yolu, bütün ile olan ilişkisinden geçmekte.

Birey, ancak âlem ile olan ilişkisini güçlendirdiğinde, kendi varlığını ve onun sınırlarını hissetmesi mümkün olacak. Kendimizi anlamanın, ona değer verip sevmenin yolu, içinde bulunduğumuz bütünü kabul edip, bir sonraki adım olan sevebilmekten geçiyor. Karşı komşumuz, metroda çarpıştığımız çocuk, uğradığımız bakkal… Her biri, içinde yaşadığımız semânın bir parçası. Aralarına çekilmiş olan çizgiler bizim onlarla kurduğumuz ilişkiler bütünü. Hepimiz, kendi hayatlarımızın resmini çiziyoruz. Diğer taraftan da başka yaşamların desenlerini oluşturuyoruz. Fakat resmi net görebilmek için ona belli bir mesafeden bakmak gerektiği söylenir. Ne içinde kaybolacak kadar yakın, ne de fark edemeyecek kadar uzak. Yaşam yolculuğu bu dengeyi bulmak için var olsa gerek.

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam