Neymiş? Değişmeyen tek şey değişimmiş… Bak bak bak! E tabii kaçınılmaz olarak gelişiyoruz. Boyumuz uzuyor, hormonlarımız çalışıyor, kaslarımız güçleniyor, şişmanlıyoruz… bunların hepsi gelişme. Her gelişme olumlu olacak diye bir kural yok ki. Olumlu görmediklerimizi sevmiyoruz o kadar. Dalgalı saçlarımızı fönlüyor, düzeltiyoruz. Boyumuz kısaysa topuklu giyiyoruz. Rejime giriyoruz, spor yapıyoruz. Ama ne yaparsan yap saçların dalgalı, boyun da kısa, giden kilolar da çoğunlukla geri geliyor. Hatta bazen fazlasıyla. O zaman yapacak bir şey yok…! …mu?
Uzun uzadıya okumak istemezseniz diye derdimi baştan anlatayım. Belki hayatın, hatta insanlık tarihinin aslında en kısa ve net tanımı olan “gelişim” konusunda iki bin çift lafım var. Aslında gelişim değil de kişisel gelişime takıntılıyım ben. İçi boşaltılmış, neredeyse bir tedaviye dönüştürülmüş, hatta rant kapısı olmuş, hap gibi satılan, kesin kurallarla öğretilen bir ders konusuna dönüştürülen “kişisel gelişim” mevzusunu hırpalamak için yazıyorum. Bu yazı sizi kişisel olarak geliştirebilecek en ucuz, en çabuk, en basit yöntemi önermektedir. En basit ama en kolay değil!
Hemen söylüyorum. Şu an yaşadığınız hayatı düşünün. Veee bu yazıyı okumayı ya da dinlemeyi bitirir bitirmez siz de yazın. Güzel olacaktır. Bakın ben bile yazıyorum. Hatta inanın okuduğunuz en güzel yazı olacaktır. Ne mi yazın? Meselaaa…
Nasıl birisiniz? Görünüm olarak nasılsınız? Enerji seviyeniz nasıl bu ara? Alışkanlıklarınız neler? Nelere takıntılısınız? İlişkileriniz ne alemde? Arkadaşlarınızla aranız? Bu başlıkların hangisi sizi, mutlu hangileri rahatsız ediyor. Sonraaa… hah mesela sizce başkaları sizi nasıl görüyor? Biraz önce yazdıklarınızla örtüşüyor mu? Sonra, geçmişi düşünün. 5 yıl, 10 yıl önce nasıldınız? Yine aynı başlıklar yıllar önce yazsaydınız ne yazardınız? Dikkat edin bugünkü aklınızla o günü düşünüyorsunuz? O gün de yine öyle mi düşünüyorsunuz, kim bilir?
Tabii bunları yazarken mutlaka ve mutlaka kalem kağıtla yazın.
Sonra kaldırın koyun bir kenara. Ama unutmayın. On gün ama tam on gün sonra açın, okuyun. Telefona alarm koyun, açın okuyun. Bakalım yazan doğru mu yazmış? Hala on gün önce yazdığınız gibi mi düşünüyorsunuz. Gelişmiş misiniz? Ya da en azından değişmiş misiniz? Nasıl değişmişsiniz? İyi mi olmuş? Kötü mü olmuş? Ah o eski güzel günler mi? Yoksa “aman iyi ki” ler mi çok?
Biraz da ipucu vereyim. Herhalde şuna benzer şeyler çıkabilir o yazıdan. Geriye yaslanıp düşünsek üç aşağı beş yukarı şöyle bir hikayemiz olurdu sanki. Hepimiz annemizin kurabiyesi, babasının aslan oğlu ya da babasının prensesi, annesinin prensi olmuşuzdur. En azından doğduğumuzda… Sonra fazla duymamış olabilirsiniz bazılarınız belki, ama o zaman mutlaka söylemişlerdir. El bebek gül bebek büyüyenler de olmuştur, tarlada doğanlarınız da vardır belki aranızda… köyde ya da şehirde kıt kanaat geçinen ailelere de düşmüş olabilirsiniz. Haşarı bir velet ya da hanım hanımcık bir kelebek de olabilirsiniz. Sokak çocuklarının elebaşısı da olabilirsiniz, sürekli itilip kakılanı da. Bu süreç hayata atılırken temel harcı gibi şekillendirmeye başlamıştır bedeninizi, zihninizi, ruhunuzu.
Akrabalar, teyzeler, dedeler, nineler, komşular, arkadaşlar, doğrular, yanlışlar, kurallar, yasaklar, cezalar, övgüler, ayıplarla inanç ve değerlerimiz örülmeye başlar… Geçmiş deneyimler birbiri üzerine binerek temel harcının üzerine tonoz ve kolonları koymaya başlar.
Okul, öğretmenler, kat muavinleri, sınıf arkadaşları, servis arkadaşlarıyla kalıplar dökülmeye başlar mı? Tabii hikaye burada biraz daha şehire döndü. Aranızda okuldan sonra sabana binen, ot biçen, domates toplayan çocuklar varsa, lütfen içinden bana söylenmesin. Herkesin hikayesi kendine… Neyse… kaba inşaat çıktı mı ortaya… Kaba saba ama bir çocuk ortaya çıktı işte.
Sonra? Sonra yetenekler çıkmaya başlar. Ya da çıkartılmaya çalışılır. Bazıları fark edilir şanslıysanız. Bu çocuk spora, resme, müziğe yatkın derler… Tam belli de değilse aktivite yapmaya gönderilirler. Şehirlerdeki kız çocuklarının çoğunun bir bale giysisi olmuştur. Mandolin çalardık biz. Sonra gitar daha popüler oldu. Ya da futbol okulu, basket takımı. E yok çocuğun hevesi, ya da yeteneği. Olsun spor önemli gitsin. Daha yetenekli çocuklar var. Onlar oynuyor, bizim çocuk oturuyor. Baba kenarda yırtınıyor. Oğlum koş. Yaptım oradan biliyorum. Olmuyor. Çocuk her maça gidiyor. Bench’de oturuyor. Küsüyor. Öfkeleniyor. Baleyi sevmiyor belki. Belki ayak yapısı uygun değil. Play Station oyunlarında inanılmaz olan çocuğun günde sadece yarım saat izni var. Evde kimse kitap okumuyor ama ona oku deniyor. Bütün bunlar davranışları şekillendirmeye başlıyor.
Buraya kadar özetlersek, çocukluk sürecinde da kim olduğumuz ya da olacağımız ya da olmamız istenenlere göre bir şekil şemal verilir. Üzerine yetenek çimentosu dökülmeye çalışılır. Bazısı tutar duvarlar örülmeye başlanır, bazen çimentonun suyu, kumu yetersiz olur… tutmaz, kusar.
Çimento etkisi davranışlarımızı şekillendirmekte müthiş etkilidir. Hangi davranışlarımız? Yeteneklerimizin, o güne kadar ki tecrübelerimizin, deneyimlerimizin tezahürü olan davranışlarımız. O yetenek keşfi sürecinde harç tutarsa davranışlarımız daha sağlam, daha dengeli olur. İlişkilerimiz daha tatmin edici, çocukluğumuz daha mutlu geçer. Ama harç tutmadıysa ayrık otu, asi velet, haylaz, uyumsuz, serseri, tembel etiketlerini yemeniz çok mümkün.
Yetenekleriniz keşfedildi mi? Ya yeteneğinin keşfi için gerekli fırsatı bulamadıysan. Müziğe müthiş yatkınlığın var ama “ne gitarı oğlum” diye yüzüne kapanmışsa kapı. Yeteneğini gösterememişsin bile. Sana verilen ve muhtemelen sana uygun olmayan denemeler doğal olarak olmamış. Sana sunulan aktiviteyi yapmak için yeterli beceriye sahip değilsin o kadar? Seni büyüten inançların ve değerlerin tecrübe etmeye imkan verdiği becerilerle sınırlı kalmışsın ne yazık. Peki sen şu an bugünkü halinle ne kadar prenses, ne kadar aslansın? Kimsin? Kimin neyisin? Kimin nesisin? Çocuğun var mı? Varsa bu yazıyı, ileride okuması için ona da versinler ister misin?
Neyse çocukluk toz toprak, çimento, harç, borç derken geçti. Geçti ama unutma temeller o sürede atıldı artık. Sonra iş arama, erkek ya da kız arkadaş, onların beklentileri, değerleri, yalnız kalma, bir gruba ait olma, grupta horlanma, ya da ele başı olma, lise, üniversite, askerlik… derken bir de işe girdik mi? İçine girip çıktığımız çevreler artmaya başlıyor. Çevre tat vermeyince başka çevre, başka iş, başka sevgili, başka mahalle, hatta artık başka ülke. Ama sen… aynı sensin. Çevre değişince iş bitiyor mu? Bitmiyor! Aynı temelin üzerine daha çok harç biniyor.
Sonra bir gün çok önemli bir şey olacak. O gün de bugün. Hatta şu an. O gün internette okuduğun bir yazıda sana diyecekler ki; yaz. Filmi geriye doğru sardığınızda ve yazdığınızda bir yerde kalem gitmeyecek. Bir kelime, bir anı, bir ses, bir koku bir kilidi açabilecek. Kişisel gelişim yolculuğunun ikinci safhası o an başlayabilir. O başlangıç anı neyin eksik olduğunu, ne zamandır eksik olduğunu, o eksiği tamamlamak için hangi değer ve inançları güncellemeniz, hangi yetenekleri geliştirmeniz, hangi davranışlarınızın üzerinde düşünmeniz, hangi çevrede olursanız olun kim olduğunuzu ortaya koyacağınız ve bunu korkmadan yapabileceğinizi bulabileceğiniz bir yolun başlangıcı olabilir. Kişisel gelişim danışmanlarının size bir faydası olabilir mi? Yolda lamba olabilir, ya da yol levhalarını tutan bir direk. Ama tek yön gösteren bir direk değil. O yolda ne kadar sokağa girer çıkar, ne kadar konsere, sinemaya, yürüyüşe katılır, ne kadar çok insanla alışveriş yaparsanız, ne kadar çok kitap okursanız ve ne kadar çok yazarsanız yol daha az yokuşlu olacak. Yalnız yol arkadaşlarını daha doğrusu yol arkadaşlarının yol tariflerinin içinden seçmek de çok önemli. Çünkü bu yolculukta yol gösteren çok olacak. Özellikle yolu kaybedince ya da yorgunluktan düşünce.
Bina ne alemde? Çatı çatıldı mı? Hayır. O çatının binanın üzerine gelmesi için tabutun kapağının kapanması lazım. O zaman kadar kat çıkmaya devam.