Müzik, resim, heykel ya da mimari… Barok üslubun yansıdığı sanat dallarının hangisine bakarsanız bakın, birbirine karşıt öğelerin bir araya getirildiğini görebilirsiniz. Bu zıtlıkların birbiriyle uyumlu hale getirilip renkler, sesler ya da taş yapılar üzerinden yansıtılması tadına doyulmaz bir sanat üslubunu ortaya çıkarmış. Fakat işin temeline bakarsak aslında zıtlık ve uyum konusunun çıkış noktası bir sanatçının içinden gelen ilhamına dayanmıyor, Avrupa’da dönemin sosyolojik, ekonomik ve politik koşulları Barok sanat anlayışını doğurmuş.
XV. yüzyılın sonu ile XVII. yüzyılın başı arasındaki dönemin Avrupa tarihinde özel bir yeri olduğu söylenir. Bu dönem, Avrupa’nın sanat, ekonomi, bilim ve teknik gibi konularda yeni keşiflerinin ve reformlarının sürdüğü bir dönem. Bunlara ek olarak bir reform hareketi de din alanında gerçekleşmiş. Almanya’da Martin Luther (1483-1546), Fransa’da Jean Calvin (1509-1564) ve İsviçre’de Huldrych Zwingli (1484-1531) gibi dinde reformu savunan teologlar, Katolik dünyanın birliğine son veren bir hareketin öncüsü olmuşlar. Lutherci Reform hareketi sadece kilisenin din anlayışını sorgulamamış. Toplumların gündelik hayatı ve devletlerin ekonomik faaliyetlerini ilgilendirecek derecede kapsamlı bir etki de bırakmış. Mesela faiz Katolik kilisesi tarafından günah olarak kabul edilirken, Amerika’nın keşfiyle birlikte yeni ticaret yolları ve tüccarların ortaya çıkması, paranın nasıl kullanılacağı konusunda dini de içine alan yeni referansların yaratılması ihtiyacını da ortaya çıkarmış…
Lutherci Protestanlarla Katolik kilise arasında yaşanan bu “karşıtlık ve çatışmalar” zaman içinde, adına “30 yıl savaşları” denilen ve savaşın gidişatına göre tarafların sürekli yer değiştirebildiği savaşlara dönüşmüş. 30 yıl süren bu savaşlarda, kimi zaman en yakın müttefiklerin bile kendi çıkarları için saflarını değiştirebildiği, tarafların gelişmelere bağlı olarak bir cepheden başka bir cepheye geçebildiği, bir bölgede müttefik olan tarafların başka bir bölgede düşman olabildiği gibi tutarsız, dengesiz ve karşıt politikaların izlendiği görülür. 30 yıl savaşları, kimi zaman Katolik Kilise ve Lutherian hareketler arasında, kimi zaman Katolik Kilise’nin güdümündeki “dinsel erk” ve kralın yeryüzündeki gücünü yansıtan “monarşik erk” arasında, kimi zaman burjuva ve monarşi arasında, bazen de burjuva ve aristokrasi arasında uzun yıllar devam etmiş.
Peki böyle birbirine zıt güçlerin sürekli çatıştığı bir ortamda doğan ve büyüyen çocuklar yarının sanatçıları olduklarında nasıl bir sanat anlayışına sahip olabilir? Bu sorunun cevabı Barok sanat anlayışının kendisinde gizli. Bu dönemin çocukları olan Barok sanatçılarının, resim, müzik, heykel ve mimari alanlarında ortaya koyduğu eserlere bakıldığında mutlak bir karşıtlıktan söz etmek mümkündür. Mesela Barok müzikte Ritim yani eser içerisinde yavaş ve hızlı birden çok ritmi bir arada bulmak mümkünken, Barok’un gösterişli ve abartılı yapısını tiz ve pes seslerin yoğun şekilde ve birbirine ani geçişlerinde görmek mümkündür. Dönemin en önemli bestecileri olan Bach, Vivaldi ve Handel’in eserlerini dinlediğinizde ne demek istediğimi daha rahat anlayabileceksiniz.
Müzikte olduğu gibi Barok resimlerde de ışık ve gölgenin karşıtlığı bir belirsizlik unsurudur, karanlıktan süzülerek gelen ışığın yarattığı dramatik etkiler izleyeni çepeçevre sarar.
Heykeller, birer dondurulmuş mermer olmalarının yanı sıra, işlenen olay yanı başınızda yaşıyormuşsunuz gibi bir hisle sizi an içinden sonsuzluğa doğru sürükler. Mesela Bernini’ye ait olan Azize Teresa’nın Vecdiisimli heykelde yer alan meleğin hafif gülümseyen yüzü ile azizenin acı ile karışık duygulu yüz ifadesinin birbirine karşıtlığı, Barok sanatın karşıtlık yansıtan eserlerine bir örnek olarak kabul edilebilir. Bunun yanı sıra Barok dönemde görülen meydan çeşmelerinin de sürekli akan ve dinamik bir etkiye sahip olan suyla, donuk taş eserlerin birlikte kullanılarak kaynaştırıldığı, karşıtlık sanatının yansıtılmasına bir örnek teşkil eder. Yine Bernini’nin eserlerinde, elle ten ilişkisi bağlamında dokunma, hatta elin belli bir güçle bir teni tutarken sıkması ve tendeki o ezilmenin fark edilebilirliği, taş ve hissin aynı anda yansıtılabilmesine bir örnektir.
Mimaride ise durum daha dramatize edilerek, yapıların iç yüzeyleri resimler, dış yüzeyleri girintili çıkıntılı hâle getirilerek kıvrımlar ve ışık-gölge oyunlarıyla kuşatılmış, yapıların yüzeyindeki akılcı düzenler terk edilmiş ve mekanlar hayal ve gerçeğin bir arada sunulduğu yerler haline getirilmiş. Yapılarda hayalle gerçeğin birbirine geçmesi sağlanarak, Tanrı dünyasının bir tiyatro sahnesi gibi sunulmasına olanak sağlanmış.
Barok’la birlikte Avrupa dönem sanatlarının tümünde görülen şu ki, sanatçılar sanat anlayışlarını ve eserlerini oluştururken toplumun tüm dinamiklerinden etkilenmiş ve bunu büyük bir ustalıkla sanata yansıtmayı başarabilmişler. Unutmadan, Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu isimli filmi, Barok resim tekniğinin sinemaya yansımış örneklerinden biridir, birçok sahne bir film karesi değil de bir Barok resmi gibi ışık-gölge oyunuyla kurgulanmıştır. Hala izlememiş olan şanslı okuyuculara tavsiyemdir, izleyiniz.