Kutsalın Tezahürü Olarak Sanat

Şerife Göktaş
4 dakika
-+=

İnsanın yeryüzüne gelmesi ile arayış süreci başlar. İnsan çokluk âlemi de denen bu dünyada, geldiği yeri, özünü, aslî vatanını, parçası olduğu bütünü özler. Hayatı boyunca bilerek veya bilmeyerek hep özünü, hakikatini arar. Bu arayışın sonucu olarak insan tarih boyunca hep varoluşsal kaynağının ne olduğunu, nereden gelip, nereye gideceğini, yaşamın amacının ne olduğunu sorgulamıştır.

İnsanoğlunun varoluşsal arayışı üzerinde duran en önemli olgulardan biri dindir. İnsan din sayesinde kendisinden daha kalıcı olanla ilişki kurup geçici hayatını anlamlandırmaya çalışmıştır. İnsana özgü bir olgu olan din insanın fâni dünya hayatını daha anlamlı ve yaşanabilir kılar. Tarih boyunca yaşamış tüm toplumlara bakıldığında dini sayılabilecek unsurların hayatlarını şekillendirdiği görülebilir. 

Bütün din biçimlerinin özünü oluşturan şey “kutsal”dır. Kutsal, kendini dindar olarak tanımlayan insanlar için önemli bir olgudur. Kutsal, din ve maneviyatla ilgili nesne ve olay, takdis edilmiş, temiz, her türlü eksiklikten uzak olan, saygı duyulan şey olarak tanımlanır. Kutsal, tüm dinlerin temelini oluşturur. İnsanın kutsalla olan teması onun dini deneyiminin özünü teşkil eder. Nesnelerin, zamanın, mekânın hatta insanların kutsal kabul edilmesi kutsalın bu sayılanlar vasıtasıyla aniden kendini açığa çıkarması ile ilgilidir. 

Dinler tarihçisi Mircea Eliade çalışmalarının merkezine kutsal kavramını yerleştirir. Ona göre; insan kutsalın bilincine varır, çünkü kutsal olan kendini kutsal olmayandan (profan, dindışı) farklı bir şekilde gösterir. Eliade, en ilkelinden en gelişkinlerine kadar tüm dinlerin tarihinin kutsal gerçeklerin açığa çıkmaları aracılığıyla kutsalın tezahürlerinin birikimi olduğunu söyler. İnsan için kutsalın açığa çıktığı yerde gerçeklik ve varlık ortaya çıkar. 

Eliade’ye göre kutsal, tüm dini unsurları kendisine bağlayan bir üst unsurdur ve her zaman eşya aracılığıyla ortaya çıkar. Eliade, kutsalın profan’da ortaya çıkışını ifade etmek için ‘‘Hiyerofani’’ kavramını kullanır. Hiyerofani, Grekçe hiero (kutsal) ve phanein (göstermek) kelimelerinden türetilmiştir. Kutsal, bir taşta veya bir insanda tezahür edebilir. Her durumda hiyerofani kutsalın ortaya çıkışını ifade eder. Kutsal her şeyde tezahür edebilme potansiyeline sahiptir. O, her biçimde kendini gösterebilir. Nesneler, mitler, ya da simgeler aracılığıyla gözükebilir, ama kendini asla bütünüyle olduğu gibi doğrudan açığa çıkarmaz.

Eliade’ye göre insanın düzenlediği, hissettiği, karşılaştığı ya da sevdiği her şeyin bir hiyerofani olabileceği muhakkaktır. Hiyerofani nesneleri insanın profan olanı aşıp kutsalla temasa geçmesini ve ondan yararlanmasını sağlama potansiyeline sahiptir. 

Tradisyonalist ekol olarak da bilinen geleneksel ekolün önemli temsilcilerinden biri olan Seyyid Hüseyin Nasr kutsalı, Varlığın oluştaki, Bâki’nin fânideki tecellisi olarak tanımlar. Yine ekolün temsilcilerinden Frithjof Shoun’a göre kutsal Değişmez Olan’ın değişebilir olana yansıması, yaratılmamış olanın yaratılmış olan üzerindeki müdahalesidir. Özünde tek ve kutsal olan Tanrı’dır. Bu bakış açısıyla yegâne kutsal Tanrı ve O’nun tezahürünü kutsalın tezahürü olarak düşünmek mümkün olur. Bu bakımdan kutsalın tecrübesi sadece tezahür ile açığa çıkanı kavramakla kalmayıp tüm eşyada bâki/kalıcı olanı keşfetmeyi sağlar. Böylece insan geçici güzelin esiri olmaktan kurtularak kalıcı güzeli tecrübe eder. Geleneksel bakış açısıyla kutsal, insana ilahi kökenini hatırlatmak için Tanrı’nın bir yankısıdır.

Kutsal her şeyde tezahür edebilme potansiyeline sahipse sanat kutsalın tezahür mecralarından biri olabilir mi? Kuşkusuz evet. Kutsalın dışavurum yollarından biri de sanattır. Hegel sanatı “hakikatin örtüsünü açmak” olarak tanımlar.  Geleneksel ekol bakış açısıyla sanat, bütün olarak bir temâşâ aracıdır. Sanatçı da kutsalı bu dünyada görünür kılan, dünya ile kutsalı birleştirerek yeniden bir bütün oluşturan kişidir. Din filozofu Gerard van der Leeuw, sanat ile kutsal arasındaki ilişkininin temeline güzellik kavramını koyar ve sanatçının Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu belirtir. Mahmut Erol Kılıç da bir sanat eyleminin ilk kalkış noktasının metafiziksel bir olay olduğunu ifade eder. Kılıç, yapılmış bir sanat eserinin aslında o Güzeller Güzeli’ni bulmaya doğru giden yolda bir emek, bir çaba ve katkı olduğunu söyler. 

Geleneksel yaklaşım, sanat eserini bizi her yönden kuşatan ve bize nüfuz eden ilahi gücün maddeye düşmesi olarak ele alır. Bu yaklaşıma göre; kutsal sanat eseri üzerinden edinilen tecrübe Tanrı’nın varlığının tüm eşyada hissedilmesidir. Bu bakış açısıyla sanat bütün olarak bir temâşâ aracıdır. Sanatçı da kutsalı bu dünyada görünür kılan, dünya ile kutsalı birleştirerek yeniden bir bütün oluşturan kişidir. 

Doğu düşüncesinde metafizik ile sanat iç içedir. Sanatçı eserini meydana getirmeden önce estetik tecrübe aracılığıyla Tanrı veya kutsal nesnelerle özdeşleşmelidir. Yani bir tür metafiziksel deneyim yaşamalıdır. Bu nedenle Frithjof Schuon sanatsal yaratıcılığın tinsel bir içeriği olmasını gerektiğini savunarak güzellik öğelerinin hakikatten gelmeleri bakımından zevkî olduklarını söyler. Bu bakış açısıyla yaratılmış bir sanat eseri bize geldiğimiz yeri, anavatanımızı aradığımız hakikati hatırlatır. Tarihte bu tarz eserler vermiş birçok sanatçı vardır. Bu sanatçılar eserleri ile yüzyıllar sonra bile güncel kalarak insanları derinden etkilemeye devam ederler. Mimar Sinan, Goethe, Yunus Emre, Itri, Tarkovsky ve daha niceleri.

Bu yazı insanın hakikati arama yolculuğunda sanatın yerini ve işlevini anlamaya çalışıyor. Devam eden yazılarda sinema ile başlayarak şiir, müzik gibi sanat dallarının bu yolculuktaki yerine bakmaya çalışacağız.

Yorum Yaz

Hizmetimizi geliştirmek için çerezleri kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi Tamam