İnsana dair bilinen en eski “alet” buluntularından birisi, 47 bin yıl geriye tarihlenen ve hayvan kemiğinden yapılmış bir flüt. Gelişmiş av aletleri veya hayatı sürdürmek için elzem gereçlerden çok önce güzel sesler çıkartmak için bir alet yapma ihtiyacı o insanların aklına acaba nereden geldi? Neden böyle bir şeye vakit ayırdılar? Yaşamın muhtemelen pek zor olduğu o tarih öncesi zamanlarda müziği böyle vazgeçilmez yapan neydi?
Müzik denen maharetimize ne kadar yakından bakarsak, insan dediğimiz canlının ve onun bu dünyadaki en büyük alamet-i farikası olan beyin adlı organın maharetleri konusunda hepimize bambaşka pencereler açılıyor. Gelin burada kısacık da olsa, beyin ve müzik ilişkisine dair bildiklerimize bir göz atalım.
Müzik algısı, “lisan” dediğimiz özelliğimiz ile yakından ilişkili, insana has bir algılama yeteneğine verdiğimiz isimdir. Belli frekansta duyulabilir seslerin (nota) belli kalıplarla (gam veya makam) dizilmesiyle ve belli tempolarla (ritim) icra edilmesiyle oluşan ses örüntüleri, her insanda farklı duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına, bazen beynin çalışma sisteminin tamamen değişmesine kadar varan etkiler yapabiliyor. Beynin ve zihnin sadece sesle böyle şekillendirilebilmesinin altında, beynimizin doğuştan lisan ve müzik algısına göre yapılandırılmış olması yatıyor.
Beynin bütün bilişsel yeteneklerini birer birer kaybettiği Alzheimer hastalığı gibi yıkıcı durumlarda bile, müzikle uğraşmış insanların müzikal yetenekleri çok az zarar görüyor ve kimi zaman kendi adını dahi hatırlayamayan insanlar, eskiden öğrendikleri ezgileri rahatlıkla hatırlayıp terennüm edebiliyorlar. Bu gözlemler, müzik algısının dil becerimizi yöneten yetilerimizle ilgili ama onlardan farklı bazı bilişsel devreler tarafından icra edildiğini düşündürüyor.
Yazar Daniel Levitin’in This is Your Brain on Music adlı kitabı, bu konuda yazılmış güzel eserlerden birisidir. Beynin müzikle olan ilişkisi hakkında birçok ilginç bilgiye yer veren Levitin, müzik algısının gelişimi hakkında da ilginç ipuçları veriyor. Levitin’e göre müzik algısı beynimizde “şemalar” aracılığıyla gerçekleştiriliyor gibi görünüyor. Aslında şemalar; yaşamın erken dönemlerinde dinlenen müzik parçaları, sıklıkla duyulan ezgiler, bu ezgilerin melodik ve armonik yapıları ile bu müzik parçalarının zihinde bıraktıkları hissî etkiler (müzikle yapılan sübjektif hissî bağlantılar) gibi etkenlerin ortaklaşa ortaya çıkardığı, kişiye özel kalıplar. Kişiler, belli bir yaştan sonra, duydukları herhangi bir müzik ezgisini, zihinlerindeki bu şemalara göre değerlendirerek algılıyor ve onlarla bu şemalara göre bağlantı kuruyor. Levitin’e göre bu şemalar, algımızı belirleyen yaşamsal öneme sahip süzgeçler gibi iş görerek “neyi nasıl algılayacağımızı” dahi belirliyor.
Müzik zevkinin gelişimi
Çocukların müziğe olan ilgisi anne karnından başlamakla birlikte yaklaşık 10 yaş civarında şemaların teşekkül etme süreci başlıyor ve bu dönemde müzikal arayışlar gündeme geliyor. 14 yaş civarında ise o zamana kadar dinlenen müzik kalıplarına hissî olarak yapılan bağlantıların da etkisiyle, müzik tercihleri sağlam bir şekilde oturmaya başlıyor. Bu dönemden sonra dinlenen tüm müzik eserleri, gençlik dönemindeki bu kalıplara göre değerlendirilerek “beğenilen” veya “beğenilmeyen” olarak sınıflandırılıyor.
Müzik aynı zamanda bir kültürel kod taşıyıcısı olarak da önemli. Erken yaşlarda zihne oturan müzikal yapı, müzik dinleyen insanı, o müzikal içeriğin taşıdığı kültür kodlarına da sonuna kadar açık hale getiriyor. Kısacası beyin, dinlediği müzik türlerine göre “formatlanıyor” dersek, konuyu çok abartmış olmayacağız!
Bu bilgilerin verdiği mesaj aslında çok açık: Müzik sadece “hoş zaman geçirmek, rahatlamak veya heyecanlanmak” için dinlenen ses dizilerinden ibaret değil; müzik doğrudan beynimizi biçimlendirici ve hayatımızı yönlendirici bir etkiye sahip. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda ilk ve orta öğretim dönemlerinde ve özellikle okul öncesi dönemde çocuklarımıza verilecek müzik eğitiminin ne kadar dikkatlice planlanması gerektiği bir kez daha ortaya çıkıyor. Ayrıca aileler, müziği sadece bir “dolgu ve eğlence aracı” olarak görüp çocuklarının “kulaklarından girenlere”, en azından “ağzından giren” besinler kadar dikkat etmezlerse, ileride öngörülemeyecek sonuçlarla karşılaşmaları hiç şaşırtıcı olmayacaktır (Zira bu sonuçların birçoğunu zaten günlük hayatımızda yaşıyoruz).
Ortak bir kod
Müziğin insan toplumlarının tamamında ortak bir özellik olduğunu biliyoruz. Yeryüzünde birbirinden farklı birçok insan topluluğu var. Bunların birçoğu farklı dil ve mantık sistemleri kullanırken müzik tüm insan toplumlarında ortak bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın ücra köşelerinde yaşayan bazı kabilelerde sayı ve renk gibi kavramlar bulunmazken, bir “dil” ve özel bir “müzik” muhakkak var. Matematik ve sayma hakkında hiçbir kavramı olmayan toplulukların bile müziği kullanması, müziğin evrenselliği hususunda başlı başına ikna edici bir kanıttır aslında.
Müzik neden bu kadar önemli?
Bu kadar gözlemden sonra insanın aklına temel bir soru gelmesi kaçınılmaz. Müzik neden bu kadar önemli? Neden nörolojik olarak bu kadar maliyetli beyin sistemleri müziğe ayrılmış? Müzik bizi neden bu kadar derinden etkiliyor?
Aslında biraz düşününce cevabı bir hayli açık. Müzik, rastlantısal olmayan ses dalgası dizgelerine duygusal anlam atama becerimizden ortaya çıkıyor. Yani müzik, “dışarıdaki ses örüntüleri”nden ziyade, “zihnimizdeki değerlendirme sistemlerinin marifeti” diyebiliriz. Bir başka deyişle, müzik dışarıda değil, “içeride”. Fakat bu bir açıklama değil, yeni bir soru aslında: Neden müzik için yapılandırılmış durumdayız?
Müzik eğer ses örüntülerinden duygusal anlam çıkartmakla ilgili ise ve bu yeteneğimiz çoğumuzda değişik derecelerde doğuştan geliyorsa, bunun yaşamsal bir önemi, bir kullanım alanı olmalı. Öyle ya, hepimiz müzisyen olmayacağız; ama bir şekilde müzikten anlıyor, ondan bir hayli etkileniyoruz. Sebebi ise şu: Biz seslerden duygu analizi yapabildikçe, karşımızda bizimle sözlü iletişim kurmaya çalışan, bize konuşan insanların ses frekanslarını daha iyi analiz edebiliyor ve onların duygularını daha iyi anlayabiliyoruz. Bir başka deyişle müzik yeteneğimiz muhtemelen, sözlü iletişim gibi zorlu bir görevi hakkıyla yerine getirebilmek için yaratılmış görünen şu beynimizin en önemli yan ürünüdür. İnsan sesini çözümlemek ve onun içerdiği belli belirsiz duygu frekanslarını anlamak, iletişimde bize gerçekten büyük avantaj sağlar. Ama bu sistem, ustalıkla kotarılmış müzik ve ses örüntüleri ile kolaylıkla da “hack”lenebilir. Yani müzik, aslında sözel iletişim ve anlaşma amaçlı evrilmiş beyin sistemlerimizin yapay seslerle etkilenebilmesine bağlıdır.
Duygular ve müzik tercihimiz
En acılı duyguları yaşadığımız dönemlerde neşeli ezgilere pek katlanamayız. Neşeli hissettiğimizde de içimizi bayacak hüzünlü besteler pek ilgimizi çekmez. Neşeli durumu anlamak kolay da zaten üzgün ve kederli olduğumuz bir durumda ısrarla neden kederli ve acılı ezgileri dinlemek isteriz acaba? Halbuki öyle bir ruh halinde iken biraz daha neşeli bir şeyler dinleyip “normale” dönsek daha iyi olmaz mıydı? Ama hayır, bunu çoğumuz tercih etmeyiz. Zira bizim moralimiz bozukken veya kederli olduğumuz zamanlarda dinlediğimiz acılı ve gamlı ezgiler, bize “bu besteyi yapan kişi seninle aynı duyguları paylaşıyor, seni anlıyor” mesajı verir. Aynen üzgün olduğumuzda etrafımızdaki kişilerin teselli edici konuşmalarını hoşnutlukla dinleyip, gereksiz espriler yapanlara sinir olmamız gibi, müzik de aslında bir iletişim vasıtasıdır ve duygular aracılığıyla bizi birbirimize şaşırtıcı bir maharetle bağlar. O nedenle müzik, sadece “ses” değildir; o aynı zamanda çok etkili bir haberleşme, duygu paylaşma ve iletişim yöntemidir.
Madem öyle…
Müzikle ilgili her konuştuğumda, yazdığımda ve anlattığımda, sonuç olarak bir noktayı vurgulamayı çok önemserim; burayı da öyle kapatayım:
Müzik denen insan faaliyeti, burada kısaca örneklerini vermeye çalıştığım gibi, bizi duygusal ve ruhsal olarak çok derinden etkileyen bir deneyimdir. Sadece bir eğlence gibi gördüğümüz o faaliyet, özel bir dikkati ve tüketiminde ciddiyeti fazlasıyla hak eder. Biraz evvel ebeveynlere söylediğim gibi, sağlıklı yaşamak için ağzımızdan girenlere ne kadar dikkat etmemiz gerekiyorsa, bu bağlamda “kulağımızdan girenlere” de o kadar dikkat etmemiz gerekir. Zira müzik, çok yoğun bir duygu ve kültür taşıyıcısıdır ve yüksek kalorili bir yiyecek gibi, kontrolsüz tüketildiğinde birçok yan etkisiyle de hayatımızı etkileme potansiyeli taşır.
Sözün kısası, bundan sonra bir radyo yahut podcast istasyonu açıp, kulaklarınızı ve beyninizi dj’lerin veya program editörlerinin insafına bırakmadan önce bence bir kez daha düşünün. Seçici bir müzik dinleyiciliği, yaşam kalitemiz için çok ihtiyaç duyduğumuz bir beceri olabilir…